• https://api.whatsapp.com/send?phone=05521012184
  • https://www.twitter.com/@kifsamer
  • https://www.instagram.com/psikologizzetgullu
  • https://youtube.com/@psikologizzetgullu

Toplumsal Projelerim

TOPLUMSAL PROJELERİM 

Her fırsatta, "Hasta ve hastalık sayısı uzman ve hastane sayısıyla paralel artıyor. Oysa tam tersinin olması gerekirdi. Bu işte bir tuhaflık var! Bu çok iyi sorgulanmalı. En önemlisi de doktorlara ve hastanelere hasta başına değil; iyileştirdikleri kişi başına ödeme yapılmalıdır. Aksi halde birileri meyvesini yedikleri dalı kesmeye gereken düzeyde bir motivasyonla yaklaşamaz" diyen,

Ardından, "Sistem önce sorunları besler, sonra sorunlar döner sistemi besler. Tıpkı önce çiftçinin toprağı, sonra toprağın çiftçiyi beslemesi gibi" diyerek kapitalist ruhsal yardım statükosuna karşı "Manifesto: Ruhuma Dokunma" sloganıyla mesleki ve fikri mücadele yürüten Psikolog Güllü'nün belli başlı sosyal projeleri şunlardır:

1. "Psikososyal Araştırma, Eğitim ve Destek Merkezi" Projesi

Müstakil yeri, flaması ve sloganı olan, belediye adına muhtelif alan araştırmaları yapacak; halka 24 saat esası ile gerek birebir gerekse telefon hattı üzerinden psikolojik destek sunacak; vefat, taziye, düğün gibi özel zamanlarda belediye adına aile ziyaretlerinde bulunacak, yine bir dizi diğer hizmetleri de bünyesinde yürütecek bir ekip çalışması projesidir. Yıllar önce bazı belediyelere sunulmuştur.

2. "Her Ev Bir Okul; Her Ebeveyn Kendi Çocuğunun Uzmanı Olmalı" Projesi

Bu proje için özel olarak "Uzman Ebeveyn: Kendi Çocuğunuzun Uzmanı Olun" adlı bir kitap kaleme almıştır. Sözü edilen eserin kısa, orta ve uzun vadede her aileye kazandırılması yönündeki girişimleri halen devam etmektedir.

"HER EV BİR OKUL OLMALI

Annemiz müşfik öğretmen, babamız ise müdür...
Her ev bir okul olmalı!
Bembeyaz bir sayfa olan çocuklarımız evde değil, bu okulda doğmalı!

Yatak odamız pansiyon, oturma odamız ise sınıf...
Her ev bir okul olmalı!
Karanlığa küfrü bırakmalı, kalkıp bir mum yakmalı. Şu zifiri cehaleti boğmalı!

Televizyon izleme saati teneffüsümüz, gardorabımızsa kütüphanemiz...
Her ev bir okul olmalı!
Güzel ülkemin her köşesi sevgiyle, ilim ve irfan aydınlığıyla dolmalı!

( İ. G.)

3. Muhtelif Projeleri

Muhtelif kurumlara yönelik olarak hazırlanmış, ilgili yerlere kısa dilekçelerle arzedilen küçük çaplı diğer projeleridir. Okulların şehir dışındaki büyük alanlarda toplanmasını, eğitimin sadece masa başında kuru bilgi aktarma süreci olmakla sınırlı kalmamasını, işin içine sportif ve kültürel unsurların da girmesini, ancak bu şekilde gerçek bir eğitim olanağına kavuşulmuş olabileceğini öngören Eğitim Kampüsleri, Cami yanlarına kurulması tavsiye edilen Manevi Destek Ofisleri, "Sadece ilaç değil bilgi de tedavi ajanıdır. Çünkü faydalı bilgi şifadır" gerçeğinden hareketle hastalara Faydalı Kitapçıklar dağıtılması ve Danışman Hekimlik Uygulaması türünden öneriler bunların belli başlı olanlarıdır.

Ayrıca Psikolog Güllü'nün hemen hemen tüm yazıları - makaleleri ya yeni bir bakış açısı ortaya koymakta ya da özgün çözüm önerileri getirmektedir. 

4. "Büyük Ruh Sağlığı" Projesi

Ruh sağlığı uygulamalarındaki sorunları ve bunların sonuçlarını ele alan, özgün çözüm önerilerinde de bulunan bu çalışmasını kendi imkanlarıyla kitapçık haline getirmiş, sağlık bakanına bizzat elden takdim de etmiştir. Bununla yetinmemiş, sözkonusu çalışmasını ilgili kişi ve kurumlarla da (Sağlık Bakanlığı, SGK, TBMM Meclisi, Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı, WHO gibi) sürekli olarak paylaşmaya çalışmıştır. Bu yolda bıkmadan, usanmadan ciddi bir mücadele içersine girmiştir. "Damlayan su taşı bile deler. Taşı delen suyun gücü değil, damlaların sürekliliğidir" ilkesi gereğince bu konudaki ısrarlı tutumunu sonuna dek sürdürmekte kararlıdır. Çünkü, "Bildiğimiz anda sorumluluğumuz başlar" ve Sebep olan, yapan gibidir" sözlerini kendisine ilke edinmiştir. Söz konusu çalışmasının geniş bir özeti aşağıdadır.

PROJENİN KÜNYESİ

Projenin Adı

Büyük Ruhsağlığı Projesi

Konusu

Ülkemizdeki Mevcut Ruh Sağlığı Uygulamaları,
Sonuçları ve Öneriler

Amacı

Koruyucu ve Tedavi Edici Ruhsal Hizmetlerin Sunumundaki Mevcut Eksiklerin ve Yanlışların Giderilmesi

Hazırlayan

Malatya Devlet Hastanesi Psikoloğu
İzzet Güllü

2006 I Malatya

 

G İ R İ Ş

Bilindiği üzere "hastalık" kavramı ruh sağlığı alanında hep tartışılagelmiştir. Bir çok bilim adamı bu kavram yerine "uyum sağlamayan davranış" deyimini kullanmaktadır. Yine bazı bilim adamları uyum sağlamayan davranışların bile aslında organizmamızın uyum sağlamak amacıyla olumsuz durumlara verdiği sağlıklı uyum tepkileri olduğunu ifade etmektedirler.

Buna rağmen günümüzde, çoğu kişi tarafından hastalık olarak kabul edilen durumların dışında neredeyse günlük / insani her sıkıntımızı bile hastalık olarak görme ve ilaçla tedaviye yönelme eğilimindeki hızlı artışı çok ciddi bir temel sağlık sorunu olarak görüyorum.

Bugün psikiyatride, "Semptomların bir tablo oluşturması, bu belirtilerin en az 3 - 6 ay gibi uzunca bir süreden beri görülüyor olması ve kişileri mesleki ve/veya toplumsal alanlarda işlev kaybına uğratması" (DSM-IV) gibi en temel hastalık kriterleri neredeyse bütünüyle göz ardı edilmiş durumdadır.

Sözgelimi bir kaç günlük sıkıntısı olanın depresyonda kabul edildiği, birazcık hareketli olan çocukların hiperaktif sayıldığı, sağlıksız ana - baba tutumuna bir tepki olarak ortaya çıkan sorunlu çocuk davranışlarına ise uyum bozukluğu teşhisinin konulduğu ve ilaçla (antidepresan ilaçlarla) tedavi cihetine gidildiği örnek sayısı malesef artık bir elin parmakları kadar değildir.

Sonuç:

Evvela bu durum gereksiz psikiyatrik ilaç kullanımında korkunç bir artışa yol açmıştır. Akabinde de psikiyatrik ilaç kullanımı çocuk yaşlara kadar düşmüştür. İlaç elbetteki bir tedavi ajanıdır. Her tedavi ajanı gibi ilaç da ancak hastalığı tedavi eder. Peki, ya ortada hastalık yoksa?

Yine, son günlerde biraz içim sıkılıyor diye en az 3 - 6 ay boyunca psikiyatrik ilaç kullanmaya sevkedilen, böylece sorunlarıyla bir neden – sonuç ilişkisi içersinde yüzleşmeyip çözümü pasif bir biçimde sadece ilaçtan bekleme kolaycılığına şartlandırılan insanlar...

Bugün İngiltere'de psikiyatrik ilaçların kullanımının özellikle çocuklarda ve ergenlerde yasaklandığı bilinmektedir. Birçok bilimsel platformda bu ilaçların, sağladıkları kısmi rahatlık nedeni ile uyuşturucuya ve intihara zemin hazırlayıp hazırlamadığı tartışılmaktadır. Hemen hemen her kaynakta ilacın ancak psikoterapi ile birlikte kullanıldığında istenilen düzeyde etki gösterdiğinden bahsedilmektedir. (Plasebo etkili yalancı ilaçların antidepresanlarla aynı etkiyi yaptığını gösteren araştırma bulguları azımsanamayacak kadar çoktur).

Bütün bunlara rağmen ülkemizde salt ilaç merkezli ruhsal yardımı zorunlu kılan koşulların ortadan kaldırılmasına yönelik bir çabanın olmayışı, ayrıca ruhsal yardım ekibinin diğer unsurlarının, özellikle de alanın diğer uzmanı olan psikologların sözkonusu yardım sürecine aktif olarak katılımına olanak verecek adımların atılmamış olması ciddi bir temel sağlık sorunu olarak karşımızda durmaktadır.

Diğer yandan, çok kısa bir süre öncesine kadar bir elin parmaklarını geçmeyen psikiyatrik hastalık sayısı bugün ellilerle, yüzlerle (hatta ulusal bir dergide bu rakam 300 olarak geçmişti) ifade edilmektedir. Bu sürekli yeni hastalık üretme çabası bugün öyle bir noktaya gelmiştir ki "Bebeklik Çağı Depresyonu" denilen yeni bir hastalıktan (!) bile söz edilmektedir.

Yine bazı ulusal gazetelerde, artık kişilik özelliklerimizin bile hastalık sayıldığı, sadece bir yılda reçete edilen ilaçların şöyle kabaca bir dağılımı yapıldığında ülkemizin neredeyse yarıya yakınının depresyonda, geri kalanlarının da şizofren olduğu haberleri yer almıştı.

KONU İLE İLGİLİ ÜLKEMİZDEKİ MEVCUT EKSİKLİKLER VE YANLIŞLIKLAR NELERDİR

İnsan sadece doku, organ ve hücrelerden oluşan biyolojik bir varlık değildir. İnsan aynı zamanda duygu, düşünce ve davranışlardan meydana gelen psikolojik bir canlıdır da. O nedenledir ki Dünya Sağlık Örgütü ( WHO ) insanı, "Biyopsikososyal bir varlık" olarak tanımlar. Yine aynı örgüt sağlığı, '"Ruhen ve bedenen tam bir iyilik hali" olarak ifade eder.

Bilindiği üzere ruhsal ve biyolojik yapılarımız birbirinden ayrı ve bağımsız değildir. Bu iki yapı birbiriyle sürekli bir etkileşim içersindedir. Onun içindir ki ruhsal diye bilinen birçok problemde bedensel nedenler ve sonuçlar, yine bedensel olarak tarif edilen pekçok sorunda da ruhsal nedenler ve sonuçlar çoğu zaman vardır. Sözgelimi, bugün fiziksel yakınmalarla kliniklere başvuran azımsanamayacak sayıda hastanın yakınmalarına sebep olabilecek organik bulgulara rastlanamamakta, sözkonusu şikayetlere neden olarak psikolojik faktörler (sıkıntı, stres, kişilik özellikleri gibi) gösterilmektedir. Örneğin stres ile ( psikolojik faktör ) kanser, migren, ülser gibi birçok fiziksel hastalık arasında neden / sonuç ilişkisi ortaya koyan pek çok araştırma vardır.

Dolayısı ile, ruhsal olarak tam bir iyilik hali içersinde olmak ya da ruhsal açıdan sağlıksız olmak ile beden sağlığı, aile hayatı, eğitim hayatı, ekonomik hayat, sosyal hayat arasında direkt bir ilişki olduğunu söylemek hiç de zor değildir. En basit olarak psikolojik olarak geleceğe dair karamsar duygular içersinde olmak bile (ki bu durum tek başına ruhsal bir hastalık demek olmasa bile) kişinin aile içi ilişkilerini, okul başarısını, sosyal ilişkilerini, kişisel gelişimini, üretkenliğini muhtemelen olumsuz yönde etkileyecektir. Ruh sağlığı gerçekten de beden sağlığının, mutlu aile hayatının, üretken, verimli ekonomik yaşamın, sağlıklı sosyal hayatın ve kişiler arası ilişkilerin olmazsa olmaz bir önkoşuludur.

Madalyonun Bir Yüzü

Öte yandan bugün ülkemizde ruh sağlığının her geçen gün artan önemini ortaya koyan daha başka gelişmeler de vardır. Bir taraftan uyuşturucu kullanımındaki hızlı artış, diğer yandan satanizm ve benzeri akımların hızla yaygınlaşması, yine alkol tüketim yaşının her geçen gün düşmesi, çoğalan intihar olayları, artan boşanmalar...

Özellikle, son günlerde basına da sıkça yansıdığı gibi adeta toplumsal bir cinnet halini alan cinayet, vahşet ve katliam örnekleri...

Sadece bunlar mı? Yaygınlaşan meditasyon, yoga, NLP, kişisel gelişim gibi popüler uygulamalar ve insanların sorunlarını paylaşma ihtiyacını ortaya koyan "Kadın - Aile" vb. adlardaki meşhur tv. programları... Yine "Makul Çözüm" gibi insan psikolojisinin işlendiği programların gördüğü ilgi ve gazete - dergi sayfalarındaki "Güzin Abla, Aşk Doktoru, Dert Ortağı" gibi bir nevi psikolojik danışmanlık hizmeti verilen köşelere yağan mektup ve faks yağmurları... İnsanların sınırlı gazete sayfalarından, bir – iki cümlelik kendilerine özel öneri ve telkinlerden bile medet umar hale gelmeleri... İşte tüm bunlar, ruh sağlığı konusu üzerine dikkatlerimizi çekmesi gereken son derece önemli gelişmelerdir.

Madalyonun Diğer Yüzü

Maalesef bugün ülkemizde bu alanda çok büyük eksiklikler ve yanlışlıklar vardır. Çünkü mevcut ruh sağlığı hizmetleri 1920'li yıllarda hazırlanmış ve günümüz ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak düşmüş bir takım kanun ve yönetmeliklerle yürütülmektedir. "Ruh sağlığı alanındaki çağ dışı kalmış kanunların bir an evvel değiştirilmesi gerektiği" görüşü konu ile ilgili çeşitli platformlarda hep dile getirilmektedir.
Ülkemizdeki ruh sağlığı uygulamalarıyla ilgili temel eksiklikleri / yanlışları kısaca;

I - Ruhsal tedavinin salt ilaç merkezli olarak ve bir ekip işi olduğu halde hekim tekelinde ve salt ilaç eksenli yürütülmesi,

II - Tedavi dışı psikolojik hizmetlerin (Psikolojik danışmanlık, psikolojik destek, psikolojik eğitim gibi) ihmal edilmesi olarak ikiye ayırabiliriz.

Alanda bu iki temel sonuca yol açtığını tespit ettiğim diğer yanlış algılama ve uygulamalar ise şunlardır:

1. Ruh sağlığı beden sağlığının (fiziksel sağlığın) sıradan bir şubesi gibi görülmekte, bu alanın "farklı bir doğaya" sahip olduğu gerçeği göz ardı edilmektedir. Dolayısı ile bu alana beden sağlığı alanında geçerli olan ilke ve yöntemlerle yaklaşılmaktadır. Bir dizi olumsuzlukların temelinde yatan en büyük amil, 1920'li yıllardan kalma işte bu bakış açısıdır.

2. Yukarıda bahsedilen yanlış bakış açısının doğal bir sonucu olarak insanların bu alanda, aynı fiziksel sağlık alanında olduğu gibi sadece hastalıklarının olabileceği düşünülmekte, dolayısı ile de insanların sadece tedavi hizmetlerine ihtiyaç duydukları çıkarımına gidilmektedir. Onun için de bugün ülkemizde tedavi dışı hizmetlerin sunulduğu başka ruh sağlığı ve psikolojik hizmet adresleri yoktur. Alanda, "İnsanlar ya sağlıklıdır ya da hastadırlar. Sağlıklı iseler zaten bir problem yoktur. Eğer hasta iseler gider bir hekimden tedavi hizmeti alırlar" yanlış yargısı geçerliliğini korumaktadır.

3. Oysa ruh sağlığı hizmeti demek sadece ve sadece hasta insanlara sunulan psikiyatrik tedavi hizmeti demek değildir. Ruh Sağlığı alanında, alanın kendine özel doğasından kaynaklanan tedavi dışı yardım gereksinimleri ve bu tedavi dışı yardım gereksinimlerine cevap verebilecek tedavi dışı yardım şekilleri de vardır. Örneğin Psikolojik Tedavi, Psikolojik Danışmanlık Hizmetleri, Psikolojik Destek Hizmetleri, Psikolojik Eğitim Hizmetleri gibi. (En az psikiyatrik tedavi kadar önemli olan bu psikolojik hizmetlerin verilmeyişinin doğurduğu boşluğu, maalesef yukarıda sayılan oluşumlar / uygulamalara doldurmaktadır.)

4. Yine bu alanda, yaşanılan ve yardım gereksinimi duyulan her sorun psikiyatrik bir hastalık demek değildir. Ruh sağlığı alanında insanların sadece hastalıkları değil,

A) Hastalık niteliğinde olmayan sorunları,
B) Çok önemli soruları da vardır.

İnsanlarımızın hastalık ve tedavi dışında, hastalık boyutunda olmayan insani sorunları ve çok önemli soruları için (çünkü bu insani, hastalık olmayan sorunların ve soruların zamanında cevaplanamaması durumunda uzayıp giderek, zaman içinde derinleşerek hastalığa dönüşme ihtimali yüksektir) alabilecekleri hizmetler vardır. Hastalık olmayan bu gibi sorun ve soru durumunda alınabilecek hizmet bir tedavi hizmeti değildir. Evet, her yardım talep eden insan hasta; her yardım gerektiren sorun hastalık ve her yardım talebine cevap verecek hizmet şekli de tedavi değildir.

Tedavi, pek tabidir ki ruhsal tedavi de en son basamaktır. Esas olan sağlıklı kalmaktır. Yani, koruyuculuktur. Öncelikle ruh sağlı korunmalı, desteklenmeli; sonra insanlara tedavi adresleri gösterilmelidir. Maalesef ülkemizde durum hiç de böyle değildir. Başka hizmet adresleri olmadığı için, küçük - büyük, insani bir problem ya da hastalık ayırımı yapılmadan her yardım talep eden insan direkt olarak tedavi adreslerine baş vurmak zorunda bırakılmaktadır. Ülkemizde eğitici, geliştirici, destekleyici, çözümleyici ve yönlendirici nitelikli ruh sağlığı hizmetleri ihmal edilmektedir. Yukarıda da belirttiğim gibi, ya her sorunu olan insan tedavi merkezli hizmet veren ve sayıları son derece az olan psikiyatri kliniklerine gönderilmektedir ya da yardım alabilmeleri için gerçek anlamda hasta olmaları beklenmektedir.

6. Ülkemizde 100 bin kişiye bir psikiyatri uzmanı düşmektedir. Ünlü Türk Psikiyatristi Prof. Dr. Orhan Öztürk, Tıp Fakültelerinde kaynak ders kitabı olarak okutulan Ruh Sağlığı ve Bozuklukları adlı meşhur eserinde, "Hekimlerin sayısı ne bugün ne de gelecekte ruh sağlığı ihtiyaçlarını karşılamayacaktır. Alanda hekim dışı uzmanların da temel ruh sağlığı hizmetlerini verecek şekilde yetiştirilmesi gerekmektedir. Ruh sağlığı alanı hekimlerin tekelinde kalmamalıdır" demektedir.

Gerçekten de bu eksiklik çok ciddi sonuçlara sebep olmaktadır. Evvela bu durum ruh hekimlerini, bir uçtaki en insani, günlük, normal sıkıntılardan tutun da diğer uçtaki psikozlara kadar hastalık olan / olmayan her sorun durumuyla uğraşmak, dolayısı ile işlerini -maalesef- bir dahiliye uzmanı gibi yapmak, birkaç soru sorup, salt semptomlara bakıp ilaç yazmak zorunda bırakmaktadır. Yani kalıcı değil, semptomatik tedavi hizmeti sunulmasına sebep olmaktadır. Oysa salt ilaçla tedavi, özellikle bu alanda eksik tedavi demektir.

7. Bilindiği üzere psikiyatrik muayene test, gözlem, görüşme gibi araçların kullanılmasını, ruhsal tedavi ise birebir psikolojik yaklaşımları da zorunlu kılan, sadece ilaçla kalıcı sonuç alınması neredeyse imkansız, multifaktöriyel yaklaşımları, dolayısı ile bir ekip çalışmasını gerektiren bir yapıya sahiptir. Oysa bugün ülkemizde ruhsal tedavi hizmetleri kağıt üzerinde anlatılan ekip işbirliğinin aksine salt psikiyatri hekim tekelinde yürütülmektedir.

"Uzman olduğuna göre, hele bir de hekim ise tek başına yapar" diye düşünülmektedir. Ancak bir işin sağlıklı olarak yapılabilmesi için o işte uzman olmak yetmemektedir. Başka faktörler de devreye girmektedir. Örneğin, zaman faktörü... Ruhsal tedavinin sağlıklı olarak yürütülmesi için bir psikiyatri hekiminin günde en fazla 10-12 hasta bakması gerekmektedir (Üniversite hastanelerinde buna kısmen dikkat edilmektedir). Çünkü bir hasta ile tanılama ve tedavi süreci asgari 35-40 dakika olmak zorundadır. Hekim hem tanılama görüşmesini, hem birebir ve vakit alan psikolojik yaklaşımları (terapi vs.) tek başına yapması ancak günde bu sayıda hasta bakmayı tercih etmesi durumunda belki mümkün olacaktır. Bu ise, 100 bin kişiye bir psikiyatri hekiminin düştüğü, psikolojik problemlerin öneminin ve yaygınlığının her geçen gün arttığı günümüz koşullarında neredeyse imkansızdır.

MEVCUT DURUM NASIL?

Bir defa ruh sağlığı alanında salt ilaç merkezli tedavi demek eksik tedavi demektir. Eksik tedavi ise kalıcı sonuç vermeyen ve aylara, hatta yıllara uzayan tedaviler anlamına gelmektedir. Psikiyatrik ilaçların beklenen etkisinin genellikle 3 - 6 ay gibi uzunca bir süre sonra ortaya çıkıyor olması, bir de tedavinin salt ilaca indirgenerek eksik bırakılması nedeni ile tedavilerin çok uzadığı, yıllara yayıldığı, ilaç tüketiminin çığ gibi arttığı, yine ilaç kullanımının çocuk yaşlara düştüğü çok ciddi bir tablo ortaya çıkmaktadır. (Ayrıca bu ilaçların kısa ve uzun vadeli bir çok yan etkileri vardır Bu nedenle, bahsi geçen ilaçları kullanmak istemeyen insan sayısı her geçen gün artmaktadır.)

Kaldıki ruhsal yardım sadece ilaçla yardım demek değildir. Pekçok sorunda kişilere danışmanlık edilmesi, psikolojik destek sağlanması gerekmektedir. Ancak yukarıda sözünü ettiğim ve ileride de detaylı olarak değineceğim işleyiş bu tür durumlarda bile ilaçla yardım sunulması gibi bir garabete neden olmaktadır.

Şöyleki:

Örneğin ebeveyn çocuğa yanlış yaklaşımlar göstermektedir. Doğal olarak çocukta bir takım ajite / sıra dışı tepkiler gözlenmektedir. Ebeveyn çocuğu alıp gidebileceği tek adres olan kliniğe – uzman hekime götürmektedir. Hekim ise semptomlara bakmak, "hiperaktivite" yahut "uyum bozukluğu" tanısı koymak ve ilaç vermek zorunda kalmaktadır.

Soruyorum, burada çözüm ilaçta mıdır?

Bu aslında anlaşılabilir bir durumdur. Çünkü psikiyatri hekiminin ebeveyni karşısına alması, birebir olarak ilgilenerek sorunun asıl kökenine yönelik ve kalıcı çözüm sağlayan psikolojik yaklaşımlarda (terapi, danışmanlık, eğitim, destek vs) bulunması mümkün değildir. Çünkü zaman alan bu uygulamalara vakti yoktur. Her gün kapısında bekleyen 50 - 60, hatta 80 - 100 hasta vardır. Sürekli yeni hasta kabulü, ağır - kronik hastaların kontrolleri, ilaç yazımı vb. rutin işleri zaten uzman hekimlerin sınırlı vakitlerini fazlası ile almaktadır. Hastayı gönderebileceği, ilaç dışı birebir yardım isteyebileceği, psikolojik yardım talep edebileceği başka hizmet adresleri de ne yazıktır ki yoktur. Mecburen sadece ilaç ile tedavi cihetine gitmek zorunda kalmaktadır.

Yine Örneğin ani bir kaza ile eşini kaybeden, dolayısı ile doğal bir yas dönemi yaşayan (bu, son derece sağlıklı bir süreçtir aslında. Hastalık demek, depresyon demek değildir mesela) bir kişi bu zor süreci kısaltmak, destek almak için gidebileceği tek adres olan muayenehaneye yahut kliniğe gider. Konuşmak, bu süreci nasıl daha az örselenerek atlatabileceğini öğrenmek, içini dökmek, telkin almak, öneri almak, rahatlamak istiyordur. Yoğun bir paylaşma gereksinimi içersindedir.

Sonuç:

Kişi çok büyük olasılıkla psikolojik destek değil, ilaç almak zorunda kalır. "Depresyon" ya da "anksiyete" tanısı konur kendisine.

Dikkat!
Önemli Bir Tespit!

(Tanı konulmayınca ilaç verilemediğinden, ilaç dışı yaklaşımlara dise vakit olmadığından sözü edilen bu durum zorunlu olarak her sorunun hastalık olarak kabul edilmesi gibi vahim bir yanlışa da sebep olmaktadır. O yüzdendir ki 3 - 4 gün belirti gösteren ve klinik açıdan hastalık tablosuna oturmayan kişilerin çok kolay bir şekilde depresyon; biraz hareketi olan çocukların ise hemencecik hiperaktivite tanısı aldığı vaka örnekleri azımsanamayacak kadar çoktur.

12 yıldır alanda, bu işin mutfağında çalışan deneyimli bir psikolog olarak, en önemlisi de ağzımdan çıkanı kulağım duyarak iddia ediyorum:

Bugün psikiyatri kliniği çıkışında kişiler üzerinde araştırma yapılsın. Hastalık teşhisi alanların, ilaç başlanılanların önemli bir kısmının şikayetlerinin aslında hastalık tablosu oluşturmaktan çok uzak olduğu görülecektir. Bahsini etmeye çalıştığım ruhsal yardım işleyişi / süreci hekimleri bu sonucun doğmasına mahkum etmektedir.

Bu tespitimi Türkiye Psikiyatri Derneği Başkanı Dr. Şerif Özer de bir röportajında açıkça teyit etmektedir. Bu röportaj çalışmamın ekinde takdim edilmiştir.)

Vahim Bir Tespit Daha

(Bilindiği üzere Psikiyatride bugün onlarca hastalıktan sözedilmesine karşın her sorunun spesifik bir ilacı yoktur. Antidepresanlar, Antipsikotikler ve Anksiyolitikler olmak üzere temelde 3 grup ilaç söz konusudur. O yüzden, yukarıda bahsettiğim uygulamaların doğal bir sonucu olarak, ilacı olmayan sorunlarda bile bu üç grup ilaçtan birinin verilmesi gibi çok vahim bir garabet de sözkonusudur.

Örneğin çocuğun ya da kişinin sorunu iletişimsel olduğu halde konulan teşhis -sözgelimi- depresyon, başlanan ilaç da antidepresan olabilmektedir. Yine kemelik vb. konuşma bozuklukları psikologlarca verilen "konuşma terapisiyle" büyük oranda düzelebilen bir bozukluk olmasına karşın anksiyete teşhisi verilebilmekte, anksiyolitik bir ilaç başlanabilmektedir.)

Yukarıda da değindiğim gibi bu durumu aslında yadırgamamak gerekiyor. Çünkü sorumlu hekim, kendisine bir yakınma ile baş vuran her kişiye yardımcı olmak, bir şeyler yapmak, çözüm üretmek zorundadır. Sorunu "hastalık" boyutunda görmediğinde ya da şikayetçi olunan sorunun spesifik bir ilacı olmadığını söylediğinde başvuran kişilere tedavi dışı, ilaçla tedavi dışı yardım talep edebileceği, bu kişileri yönlendirebileceği, zaman alan, birebir ilgi gerektiren yardım şekillerini, örneğin psikolojik danışmanlık, psikolojik destek, psikoeğitim vb. hizmetleri talep edebileceği ne başka bir hizmet adresi ne de başka bir uzman vardır.

Mühim Bir Not

(Aslında böyle bir uzman vardır. Ancak bu, çağın sorunlarıyla birinci dereceden alakalı çağın mesleğinin uzmanları bugün ülkemizde işlevsiz bırakılmış, onca ihtiyaca rağmen çalıştıkları kurumlarda (şahsımın da şanslı olarak içinde yer aldığı bazı istisnalar hariç) öncelik arzetmeyen işlerde istihdam edilerek atıl durumda körelmeye terkedilmişler, en heyecanlı yaşlarında, çoğu etik olmayan bazı nedenlerle mesleklerine büyük ölçüde küstürülmüş durumdadırlar. Bu uzmanlar, tıpkı psikiyatristler gibi yüksek eğitimli bir ruhsal yardım mesleği mensupları olan psikologlardır.)

Dediğim gibi, zorunlu olarak tanı koymak, ilaç vermek mecburiyetinde kalınmaktadır. Yine kekemelik gibi aile sorunları, iletişim sorunları, uyum sorunları, okul sorunları, ergenlik problemleri gibi büyük ölçüde ilaç dışı psikolojik yaklaşımların gerektiği birçok problem için bile ilaç kullanımı tavsiye edilmek zorunda kalınmaktadır.

Bu tür örnekler her gün binlercesi yaşanan ve etkisi milyonlarca insanın yaşamında bizzat gözlenen gerçeklerdir.

Soruyorum:

İnsan sağlığı bu kadar ucuz; ülkemiz ekonomisi bu kadar zengin midir?

PEKİ SAĞLIKLI BİR ÇÖZÜM İÇİN NE YAPILMALIDIR?

Çözüm için tek bir seçenek vardır:

Psikologlara tedavi süreci öncesinde, sırasında ve sonrasında rol vermek! Artık bir pratisyen hekim veya diş hekimi gibi, bir avukat yahut mühendis gibi fakülte mezunu olan psikologları vasıfsız, sanki lise mezunu elemanlar olarak görmekten artık milyonlar adına vazgeçmek!

Psikologların psikiyatri teknikeri - teknisyeni olmadıklarını; ayrı, bağımsız, uygulama alanı son derece geniş ve pozitif bir bilimin, psikoloji biliminin uzmanları olduklarını; sadece psikiyatrinin değil; psikoloji biliminin de bu ülke insanlarına çok şeyler vereceğini gelişmiş batı ülkeleri gibi artık kabul etmek!

"Koskoca bir ruh sağlığı alanının yükünü tek başlarına omuzlarında taşıyan, tekellerinde tutan sınırlı sayıdaki psikiyatri uzmanları dışındaki bu uzmanlara da alanda bazı yetkiler ve sorumluluklar tanımak!"

"Hastayı hekim tedavi eder" gibi, 1920'li yıllara ait ve ruh sağlığının gerek doğasını, gerekse günümüz gerçeklerini yansıtmayan, ruh sağlığı alanındaki her yardım talebini hastalık, her yardım talep edeni hasta, her yardımı sadece ilaçla tedavi olarak gören ve alanda tedavi dışı ruhsal yardım şekillerinin de olduğu gerçeğini yadsıyan yanlış ve eksik algılamalardan, kabullerden bir an evvel kurtulmak gerekmektedir.

Çözüm için şu iki alternatif modelden en az birisinin hayata geçirilmesi gerekmektedir.

ÖNERİLEN ALTERNATİF MODEL
( A )
PSİKOLOG OFİSLERİ VE
AİLE PSİKOLOGLUĞU

Sonuçta bütün insanlar bir aileye mensuptur. Bu nedenle, her psikolog belli sayıda aile ile irtibatlandırılmalı, bu uzmanların ailelere psikolojik eğitim (örneğin, periyodik aile içi seminer vb.) psikolojik danışmanlık ve psikolojik destek hizmeti sunmaları sağlanmalıdır. Yani aile hekimliğinde olduğu gibi "Aile Psikologluğu" uygulamasına geçilmelidir.

Psikologların, aile ve birey merkezli koruyucu, eğitici, geliştirici, destekleyici, çözümleyici ve yönlendirici nitelikli ve bugüne dek ihmal edilen 1. basamak ruh sağlığı hizmetleri sunmaları konusunda acilen yasal adım atılmalıdır.

"Bu amaçla psikologlara ruh sağlığı alanında, pratisyen hekimlerin beden sağlığı alanındaki işlevlerine benzer bir işlev verilmeli, her sorusu ve sorunu olan hemen ve direkt olarak uzman hekime gitmek zorunda bırakılmamalıdır."

Böylece, psikiyatri uzmanı hekimlerin daha önemli ve gerçek hastalık boyutlu ruhsal sorunlarla daha kaliteli bir biçimde uğraşmaları temin edilmelidir.

(Not: Ruhsal yardım konusunda Sağlık Ocaklarının ilk basamak olarak fazla bir rolü yoktur, Çünkü orada yapılan da uzman hekimin yapmak zorunda kaldığından pek farklı değildir. Yukarıda bahsi edilen psikolojik hizmetleri sunmak için ise pratisyen hekimlerin gerek eğitimleri gerekse sınırlı zamanları yeterli değildir.)

Ruhsal Tedaviyi Bütünleme Görevi

Bu şekilde hem psikiyatri hekimleri gerçek hastalık durumlarıyla daha kaliteli bir biçimde ilgilenmiş olacaklar, hem de ruhsal tedavi olması gerektiği şekilde, yani bütüncül bir biçimde verilmiş olacaktır. Böylece, örneğin uzman hekim teşhis koyup tedavi başladığı hastalarına, "...Şimdi git, bu süreçte bir psikologdan psikolojik destek al ki tedavi etkinliğin artsın, iyileşme sürecin kısalsın, sonra bana tekrar kontrole gel" diyebilecektir.

Ayrıca Tıbbi Tedaviye Destek İşlevi

Ayrıca bu ofisler, dahiliye vb. kliniklerde muayene olan, hastalığına sebep olarak herhangi bir organik bulguya rastlanılmayan, hastalığının stres ve benzeri psikolojik faktörlerden kaynaklandığı söylenen ve kendi kendisinin doktoru olması öğütlenen hastalar ilgili uzman hekimler tarafından bu ofislere yönlendirilebilmeli, böylece bu ofisler insanların stresle, hastalığını kabullenme vb. sorunlarla nasıl başa çıkılacağını öğrenebilecekleri, bu ve benzeri konularda psikolojik destek alabilecekleri "Psikolojik Destek Birimleri" haline getirilmelidir.

Unutulmamalıdır ki, beden sağlığı ve tıbbı iyileşme, ruh sağlığından ve psikolojik faktörlerden ayrı ve bağımsız değildir. Literatürlerde, uygun psikolojik yaklaşımlarla organik bir hastalık olan kanserin bile yenilebildiğinden bahsedilmektedir.

Kısaca bu yerler; "psikolojik eğitim, psikolojik danışmanlık, psikolojik destek ve psikolojik tedavi" olmak üzere 4 temel ruh sağlığı hizmetinin, diğer bir ifadeyle koruyucu, eğitici, geliştirici, destekleyici, çözümleyici ve yönlendirici nitelikli ruh sağlığı hizmetlerinin verildiği "1. basamak psikolojik hizmet adresleri" haline getirilmelidir.

ÖNERİLEN ALTERNATİF MODEL
( B )
"TOPLUM RUH SAĞLIĞI
MERKEZLERİ"

Yukarıda ifade edilen 2 basamaklı (Psikolog Ofisleri ve Psikiyatr Muayenehaneleri) hizmet yapılanmasının tek çatı altında olduğu "Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri" modeline geçilmelidir.

Mevcut psikiyatr muayenehaneleri, salt hekim merkezli, salt ilaç ve tedavi merkezli sınırlı ruh sağlığı hizmetinin paralı olarak sunulduğu, dolayısı ile sınırlı sayıda insanın istifade edebildiği yerler olmaktan çıkarılmalı, bu yerler tedavinin yanında bu güne dek hep ihmal edilen eğitici, geliştirici, yönlendirici ve destekleyici nitelikli 1. basamak ruh sağlığı hizmetlerinin de verildiği, psikiyatri hekimlerinin alanın diğer uzmanı olan psikologlarla birlikte bir ekip işbirliği içersinde çalıştıkları ve işlevleri daha geniş olan "Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri"ne dönüştürülmelidir.

Bu oluşum kanımca dayatılmamalı, teşvik cihetine gidilmeli, bu yönde adım atan hekimlere ve psikologlara merkezlerine baş vuran insanlar adına devlet ödemesi imkanı getirilmelidir. Bu merkezler küçük Ruh Sağlığı Hastanesi gibi, Dal Hastane gibi düşünülmelidir. Bir çok özel hastanenin finansmanını sağlayan devlet, ülke genelinde sayıları çok da fazla olmayacak bu tür son derece faydalı hizmetlere vesile olacak ruh sağlığı merkezlerini çok rahat bir şekilde finanse edebilecektir diye düşünüyorum. Bugün Avrupa'da böyledir: Kişiler psikologa ya da psikiyatri uzmanı hekime giderler (oralarda bu iki uzman ayrı çalışırlar), ücretlerini devlet öder. Devlet sadece uzmanlara hasta / danışan taksimini yapar, sağlık alanını tamamen ticari rekabetin acımasız pençesine terk etmez. Hizmetlerin sağlıklı yürümesini, işleyişi temin eder. Bu uygulama sosyal devlet olmanın da bir gereğidir. Özel hastanecilik uygulamaları ülkemizin de bu yolda olduğunun göstergesidir.

DEVLET HASTANELERİNDE AYRICA
"PSİKOLOji KLİNİKLERİ"
(PSİKOLOJİK DANIŞMA VE DESTEK BİRİMLERİ) KURULMALIDIR

Sağlık genel anlamda "beden sağlığı" ve "ruh sağlığı" olmak üzere ikiye ayrılır.

Beden sağlığı alanında bugün bi çok branş varken, öyleki sadece kardilojide bile bugün 2, 3 yan dal türemişken koskoca bir ruh sağlığı alanında sadece psikiyatri uzmanı hekimlerinin yetkili kılınması, insanlarımızın bu alandaki ihtiyaçlarına ise sadece "Hasta, hastalık ve tedavi" olarak bakılması, tedaviden de salt "ilaç merkezli" ruhsal tedavinin anlaşılması büyük bir eksikliktir ve sonuçları itibariyle çok büyük sakıncalar taşımaktadır.

Bu yanlışın bedelini, bireysel, ailevi, toplumsal boyutlu ve sürekli artan pek çok sorunla insanlarımız ödemektedir. Buna artık "dur!" denilmelidir.

"Tamamına yakını büyük şehirlerdeki modern ve ileri seviyeli üniversitelerden mezun olan psikologların görev ve sorumlulukları net bir biçimde tanımlanmalı, meslek yasaları çağın ihtiyaçlarını da dikkate alarak acilen çıkarılmalı, bir çok konuda verebilecekleri çok şeyleri olan bu uzmanların işlevleri, hastanelerde ilgili hekimlerin kişisel inisiyatiflerine ve insaflarına terk edilmemelidir."

Dolayısı ile, bahsi edilen uygulamalara ek olarak bütün hastanelerde psikiyatri klinikleri yanında ayrıca "Psikoloji Birimleri / Klinikleri" açılmalıdır (hastanemizde böyle bir yapılanma vardır, ancak bu yerel bir uygulamadır).

"Çünkü devlet hastaneleri, özellikle Anadolu'da halkın psikologlara kolayca ve ücretsiz bir biçimde ulaşabilecekleri, ayrıca yetişmiş / deneyimli psikologların bulunduğu yegane kaynaktır."

(Not: Yıl 2009'dur. Çalışmamın giriş bölümünde de değindiğim çağın sorunları almış başını gitmektedir. Ancak bu çağın sorunlarıyla birinci dereceden alakalı çağın mesleğine bugün direkt başvurabilmek ne yazıktır ki mümkün değildir.

Örneğin genç yaşta bir çocuk herhangi bir suç ya da cinayet işlediğinde hemen gözler gençler ve aileleri üzerine odaklanmakta, anında ebeveynler ve çocuklarına yaklaşım biçimleri gündeme gelmekte, onların yanlış çocuk yetiştirdikleri üzerinde yoğunlaşan bazı söylemlerde bulunulmaktadır.

Peki bu anne – babalar, özellikle Anadolu'da bu hizmeti nerede ve kimden alacaklardır? İşleri insanlara zaman ayırmak, onları etkili bir biçimde dinlemek ve bilimsel metodlarla yönlendirmek olan psikologlardan... Peki bu mümkün müdür?

Bugün insanlarımızın bilhassa Anadolu'da psikoloğa ulaşabilecekleri yegane yer / kaynak olan devlet hastanelerinde psikiyatri kliniklerine gitmeden, ilgili hekimlerin oluru ve yönlendirmesi olmadan (ki bu kişiler hasta yahut sağlıklı bir danışan olsun) hiç bir kimsenin bir psikologla görüşebilmesi, bu uzmanların danışmanlık, destek, eğitim vb. psikolojik hizmetleirnden yararlanabilmesi mümkün değildir. Bu, tamamen ilgili hekimlerin kişisel insiyatiflerine terkedilmiş durumdadır )

Halkın Büyük Çoğunluğunun Hizmet Aldığı Devlet Hastanelerinde Mesai Sonrası Psikolojik Danışmanlık Hizmeti Verilmesini Mümkün Kılan Bir Düzenlemeye Gidilmelidir.

Devlet Hastanelerinde ayrıca, psikologların mesaiden sonra da klinikte çalışabilmelerini, mesleki görüşme yapmalarını sağlayan, bunu teşvik edan / özendiren bir düzenlemeye gidilmelidir. Buna, özellikle haftada bir olmak üzere birkaç seans görüşmeye gelmesi gereken ancak okulları olan çocukların ve gençlerin, bilhassa da çalışan ailelerin - ebeveyenlerin büyük bir ihtiyacı vardır.

ÖZELLİKLE DEVLET DEVLET HASTANELERİNDE,
İKİ RUHSAL YARDIM MESLEĞİ ARASINDA
SAVCI – HAKİM
MEKANİZMASINA BENZER BİR ÇALIŞMA SİSTEMİ
GETİRİLMELİDİR!

Hem toplumun çok geniş bir kesimine hitap etmesi hem de öncü olması, model oluşturması amacıyla bu alanda, alanın yukarıda arzettiğim özel doğasını da dikkate alan, daha nitelikli ve bütünleyici bir ruhsal yardımın tesis edilebilmesi ve yine sözünü ettiğim vahim sonuçların ortadan kaldırılabilmesi maksadıyla iki ruh sağlığı yardım mesleği arasında "Savcı – Hakim" ilişkisine benzer bir mekanizmanın kurulması gerekmektedir.

Psikiyatri klinikleri 3 - 5 dakikada hem değerlendirme yapılıp teşhis konulan, hem de tedavi yapılan (!) yerler olmaktan çıkarılmalıdır. Nasıl ki günümüzde hekimler ayaküstü bir biçimde hemen teşhis koymuyor, hastaları artık rutin bir biçimde öncelikle laboratuvara gönderip tahlil istiyorlar, aynı işleyiş ruh sağlığı alanı için de geçerli olmalıdır. Buna normal ile anormalin içiçe olduğu bu alanda çok daha fazla ihtiyaç vardır.

Bu nedenle, sözkonusu kliniğe yardım için başvuran herkes evvela testlerle, ilgili gözlem - görüşme form ve teknikleriyle sağlıklı bir biçimde değerlendirilmek üzere psikoloğa sevkedilmelidir.

(Not: Bugün psikiyatrideki hemen her sorun için geliştirilmiş, bazı hekimler tarafından da kullanılan objektif test ve envanterler mevcuttur. )

Bu şekilde psikologlar, nesnel ölçüm için kaçınılmaz olan form ve tekniklerle ruhsal değerlendirme için kaçınılmaz olan zamanı ayıracak, böylece normal / anormal; hastalık / güncel sorun ince ayrımını net bir biçimde ortaya konabilecektir.

Bu objektif uygulama sonucunda, belli puanın üstünde çıkan, yani hastalık teşhisi için gerekli olan tabloyu gerçekten oluşturan vakalar direk ilgili uzman hekime yönlendirilmeli; altında kalan, yani hastalık görünümü taşımayan ancak kişilere sıkıntı da veren şikayetler için psikologlarca hem önleyici hem de çözümleyici ve yönlendirici nitelikli psikolojik danışmanlık ve destek hizmeti verilmelidir.

Not: (İleri akıl hastalıkları, sözgelimi psikotik rahatsızlıklar hariç, özellikle duygu durum bozukluklarında ve davranış problemlerinde medikal tedavi yapılsa, ilaç reçete edilse bile kesinlikle psikolojik yaklaşım için psikoloğa da sevk mecburi tutulmalıdır. Bu alandaki sorunların büyük oranda biyo-psiko-sosyal bir kökene ve işleyişe sahip olduğu gerçeği gözardı edilmemeli, ruhsal alanda en etkin sağaltım şeklinin "ilaç + terapi" olduğu bilimsel kaidesi gözden ırak unutulmamalıdır. Dolayısı ile bu alandaki sorunlara multifaktöriyel, yani çok eksenli yaklaşımların eş güdüm halinde sunulmasına yönelik ciddi adımlar atılmalıdır. Kağıt üzerinde hep anlatılan ancak pratikte bugüne değin ihmal edilen bu "bütüncül" yaklaşım / uygulama hem tedavi etkinliğini artıracak, iyileşme sürecini kısaltacak; hem de ilaçtan ciddi düzeyde tasarruf edilmesini sağlayacaktır.)

Aksi takdirde her şikayet (semptom) bir hastalık demek olmadığı halde hastalık olarak görülmeye; yine ruhsal yardım demek sadece ilaçla tedavi demek olmadığı halde ruhsal yardım salt ilaçla yardıma indirgenmeye; en az medikal tedavi kadar önemli ve gerekli olan psikolojik danışmanlık, psikolojik destek, psikolojik eğitim gibi hem koruyucu hem de çözümleyici ve yönlendirici nitelikli psikolojik yardım yöntemleri ihmal edilmeye devam edecektir.

HEM MOTİVASYON AŞISI OLMASI HEM DE HAKKANİYET OLGUSUNUN BİR GEREĞİ OLARAK PSİKOLOGLARIN ALANDA ÇALIŞIRKEN UZMANLAŞMASINI TEMİN EDEN BİR SİSTEM GETİRİLMELİDİR.

Ülkemizde lisansüstü eğitim için pratik alanın ihtiyaçları değil, daha çok üniversitelerin akademik gereksinimleri baz alınmakta, bu nedenle de son derece sınırlı sayıda yüksek lisans kadrosu açılmaktadır. Devlet hastanelerindeki psikologlar bu yüzden yıllardan beri lisans mezunu oldukları halde yaptıkları iş esas alınarak "klinik psikolog" kadrosunda istihdam edilmektedir. Çünkü psikologların hastanelerde sundukları hizmet, uygulamaya dönük klinik bir yardımdır. Dolayısı ile, uygulamalı bir alanda yıllardan beri klinik çalışan, yüzlerce, binlerce vaka görerek işin içinde gelişen / pişen deneyimli psikologlara gerek motivasyon aşısı olması gerekse hakkaniyetin bir gereği olarak (örneğin) 5 yıllık bir çalışmışlığın sonunda uzman psikolog, 10 yılın sonunda da uygun görülecek daha başka ünvanlar (örneğin, başpsikolog vb.) verilmesi yönünde düzenlemeler yapılmalıdır.

"Akademik Alanda" geçen her senenin ve bazı çalışmaların, mesela yapılan çevirilerin yahut yazılan makalelerin yükselmek için merdiven basamağı işlevi gören bir değeri olurken akedemi de dahil olmak üzere aslında herşeyin kendisi için olduğu bir alanda, yani uygulama / hizmet alanında ("Pratik Alanda") çalışanların, özellikle de Anadolu'da, hastane ortamında, halkın geneline yönelik çok yoğun ve zor şartlarda psikolojik hizmet sunan sınırlı sayıdaki yetişmiş psikologların yaptıkları çalışma ve hizmetlerin, kazanılan onca bilgi, birikim ve deneyimlerin bu türden bir karşılığının olmaması (ayrıca uygulama alanındaki yükselmenin akademi alandaki ilke, koşul ve ölçütlerine göre yapılması) adilane bir yaklaşım olmasa gerektir.

Bu nedenle, uygulamalı bir iş yapan psikologların alanda çalışırken (tıpkı doktorların üniversitede değil de araştırma hastanelerinde uzmanlaşmaları örneğinde olduğu gibi) uzmanlaşmaları sağlanmalıdır.

Dolayısı ile, tıpkı öğretmenlere getirilen "stajer öğretmen, uzman öğretmen, başöğretmen" sistemi gibi ya da emniyet teşkilatında ve askeriyede halihazırda geçerli olan "yükselme hıyerarşisi" gibi bir kademe uygulaması getirilmelidir.

Buna göre de psikologlara, yaptıkları iş (hekim olmadıkları halde hekim gibi klinik bir hizmet sunma istisnai durumları ve emek odaklı - yorucu bir işçilik hizmeti sunmaları) baz alınarak özlük haklarında hakkaniyeti esas alan bazı düzenlemelere gidilmelidir. (Psikologların özlük haklarıyla ilgili önemli tespitlerin yer aldığı yazım bu çalışmanın sonunda ek'te takdim edilecektir.)

ÜLKEMİZDE PSİKOLOGLARLA İLGİLİ BAZI İDDİALAR VE BU İDDİALARIN ARKA PLANI

Psikologların bu ve benzeri psikolojik hizmetleri sunmalarına "hasta – hekim – tedavi" gibi ruh sağlığı hizmetini sadece hastaya ve medikal tedaviye indirgeyici yaklaşımlar nedeniyle bazı kesimlerce karşı çıkılmaktadır. Psikiyatri camiası başta olmak üzere bu kesimler, sürekli olarak konuya sadece medikal bakış açısıyla ve tedavi gözüyle bakmakta, psikologların hekimle birlikte çalışması gerektiğini söylemektedirler.

Bu kesimler psikologluğu, sırf eğitim süresi, hekim olmamaları vb. nedenlerle diğer sağlık meslekleriyle bir görmek istemektedirler. Oysa psikoloji, radyoloji, fizyoterapi, biyologluk, röntgen teknisyenliği gibi salt tıbbi yönü olan bir meslek değildir.

Örneğin bir fizyoterapist, mesleğinin doğası gereği hekimle çalışmak zorundadır. Çünkü fizyoterapistin yaptığı iş sadece hasta insanlara uygulanabilen bir terapidir. Dolayısı ile öncelikle hastaya hekim tarafından teşhis konulması gerekmektedir. Oysa psikologlara gayet sağlıklı insanlar da başvurma gereksinimi duyabilmektedirler. Örneğin, çocuğuma iyi bir anne olabilmek için nasıl davranmalıyım, babasını yeni kaybeden 10 yaşındaki kızıma bu süreci kolay atlatması için ne yapabilirim, kocamla aramızdaki iletişim sorununu nasıl çözebiliriz, çocuğumun okul başarısını ve ders çalışma azmini nasıl ve hangi yöntemle artırabilirim gibi konularda sorular sorma - danışma ihtiyacı da duyabilmektedirler.

Psikologların hekimle birlikte çalışmaları gerektiği iddiası, haddizatında, mesleki ve etik olmaktan çok, alanda tek yetkin meslek olarak kalma isteği vb. kaygılarla ileri sürülmektedir.

Çünkü herkes çok iyi bilmektedir ki, psikologlar yıllardan beridir Adliye, Ceza Evleri, Üniversitelerin Mediko Sosyal Birimleri, Okullar ve Rehabilitasyon Merkezleri, Futbol Kulüpleri, Danışmanlık Merkezleri gibi kurumlarda hekimlerden bağımsız olarak mesleklerini zaten icra edebilmektedirler. Psikologlar, oralarda verdikleri hizmetlerin benzerini toplumun geneline yönelik olarak da pekala (özellikle de devlet hastanelerinde) verebilmelilerdir.

Yine ülkemizdeki psikiyatri hekimlerinin çoğu, maalesef psikologları, sadece psikolojik test uygulayan "psikiyatri teknisyenleri" olarak görmek istemektedirler. (Çok güçlü ve yaygın olan bu eğilim, hastanelerde çalışan psikologların daha öncelik arzeden işlerde etkin ve verimli çalışmalarını ciddi oranda engellemektedir. Bu çalışmayla değindiğim onca ihtiyaca rağmen çoğu psikoloğun mesaisi, maalesef hekimlerin talep ettikleri üç – beş zeka testiyle geçiştirilebilmektedir.)

Hiçbir haklı dayanağı olmayan bu eğilimin varlığı, anlatılanların, yani psikologlara bakış açısının haklı olmayan gerekçelerden kaynaklandığı iddiamın doğruluğuna dair iyi bir örnektir. Çünkü başta psikiyatri hekimleri olmak üzere herkes çok iyi bilmektedir ki, psikologlar psikometriden değil; psikoloji bölümünden mezun olmuş, 4 yıllık yüksek tahsil hayatları boyunca sadece zeka testini değil, psikoloji eğitimi almış, bu yüzden psikoloji bilgisi hekimlerden çok daha derin olan kişilerdir. Bu nedenle, bu uzmanlar atıl durumda oturmaya, böylece körelmeye terk edilmemelidirler.

Hele de psikologlara ihtiyacın had safhada olduğu günümüz dünyasında.

Yine bu konu gündeme geldiğinde, psikologların bahsi edilen hizmetleri sunabilmeleri için "klinik psikolog", yani yüksek lisans mezunu olmaları gerektiği söylenmektedir. Bunu iddia edenler de yine psikolojik hizmet gereksinimine yine "sadece hastalık ve tedavi" olarak eksik bakmaktadırlar. Daha önce de ifade ettiğim gibi, bu alanda insanlarımızın sadece psikolojik tedaviye değil (psikolojik tedaviyi klinik psikoloğun uygulaması elbette ki daha uygun olur, ancak bu tedaviyi 4 yıl psikoloji eğitimi almış bir psikolog da pekala yapabilir), tedavi dışı psikolojik hizmetlere de (danışmanlık, destek, eğitim vb.) çok büyük bir ihtiyaçları vardır.

Tıpta ileri düzeyde uzmanlaşma olduğu halde nasıl ki uzmanlık yapmayan, sadece fakülte mezunu olan pratisyen hekimlerim genel tıbbi tedavideki rolü ortadan kalkmamıştır. Halen bu hekimler -uzman olmadıkları halde- insan sağlığı ve yaşamı gibi en hayati bir alanda tanı koyabilmekte, medikal tedavi uygulayabilmektedirler. Hatta bu işlevleri aile hekimliği uygulaması ile daha da pekiştirilmiş görünmektedir.

Aynı şekilde klinik alanda uzmanlık yapmamış, tıpkı pratisyen doktor gibi fakülte mezunu olan ve "psikolog" ünvanına sahip bulunan psikologların da alanda belli işlevler görmesi, sözgelimi psikolojik danışmanlık, psikolojik destek, psikolojik eğitim gibi en azından birinci basamak yardım yardım yöntemlerini sunabilmeleri her zaman için mümkün olmalıdır.

(Bilindiği üzere sağlık, ruh ve beden sağlığı olmak üzere ikiye ayrılır. Yine insan, ruh ( psikoloji ) ve beden (fizyoloji) den meydana gelmiş bir varlıktır. Pratisyen hekimler bu yapının ağırlıklı olarak "fizyoloji" kısmını okumuş, dolayısı ile "fizyolojik sağlık" alanında; psikologlar aynı yapının "psikoloji" bölümünü öğrenmiş, bu nedenle "psikolojik sağlık" alanında her zaman için hizmet verebilmelilerdir.

Pratisyen hekimler alanlarıyla ilgili hizmetleri verebildiği sürece dengi bir (fakülte) eğitimden geçen, aynı şekilde fakülte düzeyinde eğitim alan psikologlar da pekala verebilmelilerdir. )

(Lisans mezunları için Danışman Psikologluk (pratisyen hekimliğe karşılık gelen), yüksek lisans yapan yahut hastanelerde belli süre uygulamalı / klinik çalışan psikologlar için Klinik Psikologluk (psikiyatri uzmanlığına denk düşen) ünvanı verilmesi düşünülebilir. Bu temel ayrıma uygun hizmet yapılanmasına gitmek de pekala mümkündür).

Psikologların alanda çalışması söz konusu olunca, konuyu sadece hastalık ve tedavi olarak eksik algılayan bazı kesimlerce, "Terapiyi herkes yapamaz, terapi yapabilmek için özel bir eğitim almak gerekir" denilmektedir. 4 - 5 yıl faülte düzeyinde psikoloji eğitimi alan bir psikologa bunu yapamazsın diyenlerin 5, 10,15 günlük kısa sertifika – kurs programlarıyla kendilerini buna yetkili görmeleri, "terapist, uzman vb." yan ünvanlar almaları çok ilginçtir.

(İlaçlar öğrenilse, hastalıklar tanınsa bile Fakülte düzeyinde Anotomi / Fizyoloji öğrenmeden "medikal tedavi" yapılamadığı gibi akademik çapta Psikoloji eğitimi almadan "psikolojik tedavi" yani psikoterapi yapılamaz. Bu bilimsel gerçeğin ışığında meseleye baktığımızda psikoterapi yapmaya en uygun kişilerin zaten psikologlar olduğu görülür. Psikologlar mesleklerinin dogası gereği doğal terapistlerdir. Psikolog bir kişi ile mesleğinde edindikleri bağlamında birebir olarak konuşuyorsa zaten terapi yapıyordur. Terapi psikoloji biliminin bilgi ve bulguları ışığında kişilere konuşarak yardımcı olmadan daha öte bir şey değildir. En fazla etkisiz kalınılır, danışana asla bir yan etkisi ve zararı da yoktur. Psikoloğa terapi yapamazsın demek kendi alanında kimse ile konuşamazsın demektir ki bunun bilimsellikle, insan ve toplum yararıyla açıklanabilir, iyi niyetle izah edilebilir bir yanı yoktur)

Bu kişi ve kesimler terapi deyince hemen "psikanalitik yönelimli terapiyi" anlarlar ve anında harekete geçip "terapi zordur" derler. Evet, terapinin bir çok çeşidi vardır ve kastedilen "Freud'iyyen terapi" hakikaten de zordur. Özel bir eğitim sürecini gerektirir. Ancak terapi demek sadece "analitik yönelimli terapi" demek değildir. Başta bilişsel terapi olmak üzere bir çok terapi çeşidi mevcuttur. Bütün terapilerin her soruna ilişkin basit ve genel bir sistematiği vardır.

Zaten yapılan araştırmalara göre (Garfield, 1986) terapilerde sonucu, kullanılan terapi biçimi ve uygulanan prosedürden / yöntemden ziyade bütün terapilerde ortak olan "koşulsuz kabul, güven ilişkisi, rahatlatma, iyi dinleme, anlamaya çalışma, empati, telkin, ikna" gibi ortak faktörler belirlemektedir. ( Kaynak: Psikolojiye Giriş Kitabı, Sayfa: 686, Sosyal Yayınları ). Freud bile, "dinlemek tedavinin yarsıdır" demektedir. Bahsi edilen bu sistematik yöntem, bir eğitim yılı süresince bile rahatlıkla öğrenilebilir.

Örneğin, fobiler için korku nesnesinin üzerine gitmeye dayalı ve adına sistematik duyarsızlaştırma denilen basit bir terapi yöntemi vardır. 4 yıl eğitim almış bir psikologa bunu ve bundan çok daha zor olmayan diğer yöntemleri uygulayamazsın demek iyi niyetle izah edilemez.

(Psikologlar Derneği'nin yayınladığı, bütün sorun durumlarına bilişsel terapinin uygulanmasını anlatan ve çok fazla bir hacmi olmayan Bilişsel Terapiler kitabı bu konuda iyi bir örnektir.)

Bu tutum, ancak mesleki taassubla açıklanabilir ve kamu yararına olan bir yaklaşım asla değildir.

Psikiyatri uzmanlarının 4 - 5 yıl gibi bir sürede kazandıkları bir uzmanlık alanında, çok sınırlı bir sürede ve çok yüzeysel bir eğitim almış olan pratisyen hekimlerin tanı koyup tedavi uygulayabilmesi, evet tanı koyup ilaç yazabilmesi mümkünken, fakülte düzeyinde insan psikolojisi eğitimi alan psikologların alanda yok sayılması ve işlevlerinin sadece test yapmaya, diğer bir deyimle psikiyatri teknisyenliğine indirgenmeye çalışılması, bugün ortaya çıkan ve bundan sonra da hızla artacak olan bir çok bireysel, ailevi ve toplumsal sorunun asıl nedeninin oluşturmaktadır.

PSİKOLOJİK SORUNLARDA
PSİKOLOJİK YAKLAŞIMLARIN
ÖNEMİ

İnsan organizması normal şartlar altında bir ömür sağlıklı olarak kalacak şekilde yaratılmıştır. Bilindiği üzere insanı hasta edecek faktörler çok sınırlıdır ve bunlar zaten bellidir. Örneğin; Soğuk – sıcak faktörü, temizlik – kirlilik faktörü, hareketlilik – hareketsizlik faktörü, beslenme faktörü gibi. Aynı şekilde insanı psikolojik olarak sorunlu yapan faktörler de bellidir. (Zaten yaşanılan her sorun insana bir ikazdır, bazı şeylerin değiştirilmesinin gerektiğini insana anımsatır. Mesela kilo almak yeme şeklimizin yanlış olduğunun, titreme üşüdüğümüzün, korku duygusu tehlikeli bir durulma karşı karşıya olduğumuzun sinyalini verir bize vs.). İnsanı ruhen sorunlu yapan faktörlerin tek sebebi sanıldığı gibi "olumsuz yaşam olayları" veya "biyolojik lezyonlar" değil, olumsuz yaşamları başta olmak üzere bütünüyle dış dünyanın, yani olayların, olguların, insanların ve öznel gerçeklerin yanlış algılanması gelir.

Bu konuya en iyi örnek, dini literatürde geçen eski takva ehli Müslümanlardır. Eskiden dini bütün - takva ehli bazı insanlar, ruhi ve maddi sıkıntı olmadığı zaman huzursuz olurlarmış ve Allah'tan dua ile daha yeni ve daha çetin sıkıntılar (maddi ve manevi sıkıntılar) talep ederlermiş. Bu sıkıntısız ve sürekli iyi geçen günleri hayra alamet saymazlarmış. Sıkıntısız geçen günlerden dolayı muzdarip olur, bundan dolayı derin bir sıkıntı ve bunalım (anksiyete) duyarlarmış. Bu durum; insanın yaşadığı sorunları algılayış biçiminin, yaşanılan sorunların mahiyetini ve insan üzerindeki etkisini nasıl birden bire değiştiriverdiğinin en güzel örneğidir.

Öyle ya, fare ne kadar masum bir canlı olursa olsun. Eğer kişi fareyi tehlikeli bir canlı olarak algılarsa (yanlış düşünce ve değerlendirme işlemi sonucunda) bu algısına göre tepki verir, belki de her gördüğünde fare ile boşu boşuna savaşır, huzursuz olur durur. Hem de bir ömür boyunca. Buna sebep, sadece fareyi algılayış biçimidir. Çünkü kişi için gerçek, algıladığıdır. (İnsan organizması dış dünyadaki gerçeğe değil, zihninde oluşturduğu / algıladığı gerçekliğe tepki verir.)

İnsan organizması öncelikle kişiyi hastalıklara karşı koruyan, bunu başaramadığında ise yeniden eski sağlığına kavuşturmaya çalışan ve otomatik olarak işleyen harikulade bir sisteme sahiptir. Yani, aslında insanı iyileştiren bu eşsiz sistemin bizzat kendisidir. Bizim tedavi adına dışardan yaptıklarımız sadece bu sisteme destek olmaktan ibarettir. (Örneğin gribi yenen bağışıklık sistemidir, biz portakal almak, dinlenmek suretiyle sadece bu sistemi desteklemiş oluruz). Bu mekanizma sadece beden sağlığı alanında değil, ruh sağlığı alanında da geçerlidir. . (Ancak bu sistemin işleyişi her sorunda, örneğin Akıl hastalıklarında yeterli olmaz).

Hayatta her şeyin sonucu bir zamana bağlıdır ve elbette ki bu sistemin iyileştirici etkisi de belli bir süre sonra ortaya çıkmaktadır. Önemli olan insanlara bu zor süreçte destek olmak, sabrını, moral ve motivasyonunu, direncini artırabilmek, hastalığına bakışını gerçekçi hale getirebilmek, hastalığını artırıcı ve iyileşmeyi geciktirici sağlıksız düşünce yapılarına müdahale edebilmektir.

Mesela, depresyona giren bir kişi hastalığının tipik her belirtisini (uykusuzluğunu, karamsarlığını, sıkıntısını vs.) ayrı bir sorun gibi algılar. Bir başka ifadeyle, ağacın tek bir gövdesinin olduğunu unutur, bu ağacın doğal her bir dalını ayrı bir ağaç zanneder. Böylece zihin meydanında gövdeyi bırakır, dallarla savaşır. Dolayısı ile ruhsal enerjisini dağıtır, yorulur, derken kendisini çok kötü bir hale gelmiş, birçok farklı sorun altında eziliyormuş gibi hisseder. Bu yanlış değerlendirme işlemi, yaşanılan depresyonun gerek şiddetini gerekse doğal iyileşme süresini olumsuz yönde etkiler.

Yine çoğu insan, yaşadığı her sıkıntıya hemen beynini yoğunlaştırır, bu sürecin doğal olduğunu ya bilemez ya da bu dönemde hatırlayamaz, sonuçta organizmasına gerekli olan (makul) iyileştirici süreyi tanımaz. Hasalıkların bilinç altımızdaki olumsuz çağrışımları nedeniyle de bu yeni ve sıkıntılı durumdan hemen kurtulmayı, her yeni gün iyileşmeyi bekler, bu olmadığında da hemen var olan kaygıları ve sıkıntıları daha da artar. Bu da iyileşme sürecini geciktirir ve yaşanılan depresyon ateşini daha da bir körükler. Kişi, bu yanlış algılama ve uğraşılarla bu ateşin altına bilmeden sürekli odun atar. Böylece ateşin sönmesi sürekli gecikir. Bu gecikme hasta tarafından yine yanlış algılanır ve bu da depresyonu tekrar tersten etkiler. Böylece hastanın yaşamında fasit bir daire, kısır bir döngü oluşur.

Halbuki hiçbir ateş, ilelebet yanmaz. Eğer kişi ateşin doğasını doğru tanıyabilirse (neyin ateşi beslediğini, neyin söndürebileceğini, ateşin yanma süresinin ne kadar olduğunu vb.), yani sorunların doğasını, sürecini, belirtilerini ve sonuçlarını sağlıklı bir biçimde değerlendirebilir, organizmasına kendisini iyileştirmesi için makul süreyi tanıma sabrını gösterebilirse, bu arada organizmasına destek olma anlamında yapılması lazım gelenleri de yapabilirse, Mevlana'nın da dediği gibi, bütün sıkıntılar zaman zaman gelir, yaşamdaki zıtlarını fark ettirme işlevini görür (Çünkü her şey zıddı ile bilinir. Her gün et yemek insana ne kadar et lezzeti veriri ki! Dolayısı ile zaman aman sorunlar yaşamak aslında bir nimettir.), kısa bir dönemin farklı bir lezzeti olarak yaşanır ve çeker, gider. Çoğu insan, yaşamlarındaki her şeyi, en çok da olumsuz nitelikli olanlarını sadece görünen yüzünden ibaret zannetme hatasına düşmektedirler. Oysa ki, acı bile görünce bir ilaç faydalıdır, çok güzel görünse dahi içinde zehir olan bir tepsi baklava zararlıdır.

Yani, sıkıntılarımızı algılayış ve anlamlandırış biçimimiz yaşadığımız sıkıntıların gerek şiddetini gerekse iyileşme süresini etkiliyor.

Psikoloğun psikolojik yardımı işte bu süreçte önem kazanıyor. Psikolojik destek, aslında kişiye ayna tutma işidir. Kişi, yaşadığı bir çok sorunun asıl sebebi olan yanlışlarını (algılama, duygu, düşünce ve davranış anlamında) bu aynada görür. (Kişinin tek başına kendisine tuttuğu ayna, dev aynasında ya da lunaparklarda olan ve gerçeği çarpıtarak yansıtsan aynalarda olduğu gibi, gerçeği çoğu zaman doğru yansıtmaz.).

Depresyon ve psikolojik boyutunun önemi konusunda biraz daha durabiliriz: Depresyon, genellikle olumsuz bir yaşam olayı sonrasında organizmamızın baş vurduğu ve aslında yeni duruma uyum amacı taşıyan bir psikolojik yaşantı biçimidir. Süreç organizmanın içinde yaşanır, doğal olarak biyolojik bir işleyiş vardır ancak nedenler biyolojik veya fizyolojik değildir.

Örneğin, grip virüsü hemen herkeste benzer tepkilere neden olurken olumsuz nitelikli benzer dışsal yaşantılar, her insanda aynı psikolojik tepkilere - sorunlara yol açmaz. Mesela her sevilen kişi kaybı herkeste depresyona neden olmaz. Kimisi buna güler geçer. Bunda, kişinin biyolojik değil psikolojik faktörleri (düşünce yapısı, yanlış bilişleri, algısal şeması, zihinsel işlem hataları, alışkanlıkları, öğrendikleri vb.), yani olayı "algılayış, anlamlandırış ve değerlendiriş" biçimi büyük rol oynar.

Öyle ya, yukarıdan sicim gibi yağmur yağması insanın sırılsıklam olacağı anlamına gelmez. Kişi eğer şemsiyesini zamanında ve doğru açmayı becerebilirse hiç ıslanmayabilir. Psikolog kişiye işte şemsiye kullanmayı hatırlatan ve bunu bizzat ve birebir olarak öğreten kişidir.

Bu konuda en iyi örneklerden birisi de, dinsel inançları kuvvetli kişilerin çok daha az depresyona girmeleridir. Bu kişileri sık sık depresyona giren kişilerden farklı kılan yanları biyolojik - genetik yapılarının farklı oluşu değil, yaşadıkları olayları değerlendiriş ve anlamlandırış biçimleridir. Yani, düşünce ve algılama yapıları gibi psikolojik yanlarıdır. Çünkü, düşünce biçimi duyguların niteliğini, bu da davranışları etkiler.

Psikolojik destek bu bağlamda önem kazanır. Psikolojik destek, psikoloji biliminin bilgi, bulgu ve yöntemleriyle kişilere bu süreçte birebir olarak destek olma uğraşısıdır. Kişilerin yanlış algılarını, gerçekçi olmayan düşüncelerini, kontrolsüz tepkilerini, sağlıksız değerlendirme biçimlerini, yanlış ve eksik bilgilerini ortaya çıkarıp kişinin dış dünyayı algıladığı "algısal şemasını" değiştirme sürecinde kişiye birebir olarak psikoloji bilimi ışığında destek olmaktır.

Terapi, bir değişim sürecidir ve bu süreçteki yanlışları ortaya çıkarmaya ve bunları doğruları ile değiştirmede kişiye birebir olarak destek olma sanatıdır. Tedaviden öte bir eğitim işidir, derin psikoloji bilgisi gerektirir, birebir niteliklidir, periyodik olarak verilir, dolayısı ile yoğun bir emeği gerektirir. Ancak, sonucu daha başarılıdır ve elde edilen iyileşme daha kalıcıdır.

İNSANLARIMIZIN
"RUHSAL İMDAT"
ÇIĞLIKLARI VE SONUÇ

Bugün, başvurduğu her yakınmasında sadece ilaç verilmiş, ilaçların yan etkilerini yaşamak, dolayısı ile de psikiyatrik ilaç almak istemeyen, "ilaçtan başka ne yapılıyor ki" deyip sorunları ile kendi içinde ve tek başına boğuşmayı psikiyatrik tedaviye tercih eder hale gelen;

En ufak bir aile içi sorunu büyütüp soluğu avukatlık bürosunda alan (yaşanılan psikolojik sıkıntıların mühim bir sonucu da budur: İnsanların çok daha çabuk patlama noktasına gelmeleri... Bu patlama noktalarında ortaya çıkan sonuçlardan birisi şiddettir, diğeri bunalımdır, bir diğeri de boşanmadır.);

Gerek kendi iç dünyalarıyla, gerek ailevi ilişkileriyle, gerekse genel yaşamlarıyla ilgili pekçok konuda bilen bir kişiyle konuşmak, anlatmak, danışmak, güvenle paylaşmak isteyen, içinde binbir çözümsüzlükle, bin bir soru ile boğuşan;

Sonra iç dünyasındaki bu çatışmayı ailesine, çevresine, işine, okuluna, hayatına yansıtan, derken kısır bir döngüye giren, evet, tedavi dışında bu tür psikolojik hizmetlere de ihtiyaç duyan insanlarımızın (bu hizmetleri, şu meşhur Çocuklar Duymasın dizisindeki Psikolog Sinan Bey'in verdiği hizmetler gibi de düşünebiliriz.) bu ve değişik görünümlerle dışa yansıyan "ruhsal imdat" çığlıklarına devletimiz artık kulak vermelidir.

İnsan psikolojisini az - çok bilen ve mesleği gereği söylediklerine itibar edilir bir uzmanla, birebir olarak ve tam bir güven ilişkisi içersinde oturup bir çok konuda enine boyuna konuşmak bile hakikaten de çok büyük bir ihtiyaçtır. Özellikle de bireylerin kalabalıklar içersinde yalnızlaştığı şu günümüz dünyasında!

Artık ortaya çıkan istenmeyen sonuçları eleştirmekten çok bu sonuçları ortaya çıkaran sebepler ve çözüm yolları üzerinde durulmalıdır.

Böylece insanlarımız meditasyondan, yogadan, alternatif tıptan, satanizmden; faksla, maille gazetelerin Güzin abla, Aşk Doktoru, Dert Ortağı köşelerinden ve Kadın – Aile vb. adlardaki televizyon programlarından, büyüden, faldan, cinci hocalardan çare arar hale getirilmemelidir.

Hazırlayan
Psikolog İzzet Güllü
Malatya Devlet Hastanesi
Psikoloğu
2005

EKLER

Ek1. Çocuk Davranış Problemleri ve İlaçlar
Ek 2. Dr. Şerif Özer ile Ayşe Arman'nın Röportajı
EK 3. Psikologlar ve Özlük Hakları Sorunları

ÇOCUK DAVRANIŞ PROBLEMLERİ
VE İLAÇLAR

(Not: "Çocuk Davranış Problemleri ve İlaçlar" başlıklı bu yazı, konuyla ilgili farklı bir açılım sunması nedeniyle "UZMAN EBEVEYN" adlı kitabımdan alınmıştır. O yüzden, paragraf başlarında aileleri muhatap alan hitaplar yer almaktadır.)

Son yılarda psikiyatri kliniklerine başvuran, ilaç kullanan çocuk sayısında önemli oranda bir artış olmuştur. Bu yüzden, "Çocuk Davranış Sorunları ve İlaçlar'" başlıklı aşağıdaki yazıyı kaleme alma gereği ortaya çıkmıştır.

Değerli anne – babalar, en temel ilkelerden biridir: "Eğer hastalık varsa tedavi vardır." İlaç elbetteki bir tedavi ajanıdır. Her tedavi ajanı gibi ilaç da ancak hastalığı tedavi eder. Peki, ya ortada hastalık yoksa? Bu durumda ilaç neyi tedavi edecek!...

...

Üzülerek söylemeliyim ki hastalık kavramı bugün gerçek anlamını kaybetmek üzeredir. Oysa yaşanılan ve yardım gereksinimi duyulan her sorun bir hastalık demek değildir.

Bilirsiniz, her mide ağrısı mide hastalığı anlamına gelmez. Bir dahiliye mütehassısı kendisine mide ağrısı yakınması ile gelen hastayı dinlerken, hastanın ağzından çıkan "ağrı" kelimesini duyar duymaz hemen hastalık teşhisi koymaz mesela. Evvela hastanın bu şikayeti öncesini etraflıca sorgular. Mesela üşütüp üşütmediğini, yediği bir şeyin dokunup dokunmadığını vs. araştırır. Yine belimizdeki her ağrı bel fıtığı olduğumuzu göstermez. Bu şikayetle gidilen doktor da aynı şekilde beldeki ağrıya bakıp hemen "hastasın" demez. Örneğin, ağır bir yük kaldırıp kaldırmadığını, ani bir hareket yapıp yapmadığını, soğukta kalıp kalmadığını, bu ağrının ne zamandan beri yaşandığını vs. de iyice araştırır. Bu yönde bir bulguya ulaşması halinde kişiye hasta olmadığını, şikayetelerinin soğuğa, ağır yük kaldırmaya ya da ni harekete bağlı olarak (yani bir sonuç olarak) ortaya çıkan geçici semptomlar (reaksiyonlar) olduğunu, dolayısı ile bir süre sonra kendiliğinden geçeceğini vs. söyler. En fazla hastaya bazı tavsiyelerde bulunur. Bir süre dinlenmesini, belini sıcak tutmasını vs. önerir.

Bu durum psikiyatri alanı için de geçerlidir. Psikiyatri alanıyla ilgili de örnekler verecek olursak, mesela her üzüntü hali depresyon; her hareketlilik durumu hiperaktivite; her can sıkıntısı olgusu anksiyete hastalığı demek değildir mesela.

Yine; her korku hali fobi anlamına gelmediği gibi, her unutkanlık da demans olduğumuzu göstermez.
Her matematik becerisi azlığı zeka düşüklüğü demek olmadığı gibi, her sinirlilik hali de sinir hastası olduğumuz anlamına gelmez.

Bu nedenle, tıbbın diğer alanlarında olduğu gibi (hatta çok daha fazla) psikiyatride de hastanın şikayete konu olan sorunları evvela bir sebep – sonuç ilişkisi zinciri içersinde ve etraflıca sorgulanmalı, sorunu ortaya çıkaran başlangıç faktörleri üzerinde ehemmiyetle durulmalı, hastalık olasılığı bütün bu harici faktörler elimine edildikten sonra ancak en son planda akla gelmelidir.

Bu yüzden, hastalık teşhisi koyarken, dolayısı ile de ilaç verirken sadece ve sadece çocuğun yaşamında söz konusu olan şikayetlere ve bu şikayetlerin şiddetine bakılmamalı (oysa bir sorunun şiddetinin fazla olması o sorunu tehlikeli bir hale getirmiş olmaz. Bir grip; hafif de olsa, şiddetli de seyretse griptir.), bu şikayetlerin ne ve ne şiddette olduğundan daha da önemlisi nasıl ortaya çıktığı, neye tepki olarak geliştiği, ne zamandan beri sürdüğü gibi konular üzerinde de titizlikle durulmalıdır. Bütün bunlar ise iyi bir değerlendirmeyi zorunlu kılar. Her değerlendirme işlemi ise belli bir zamanı gerektirir. Kişinin uzmanlığı ne olursa olsun, gerekli zaman ayrılmadığında, maalesef ki ortaya çok talihsiz sonuçlar çıkabilmektedir. (O yüzden uzman seçerken gözönüne almanız gereken en önemli kriter bu, yani size yeteri kadar vakit ayırıp ayırmadığı olmalıdır.). Bu bağlamda, çocuğunuzla ilgili sorunlarda hemen ilaç kullanımına karar verilmeden önce, evvela ortadaki sorunun bir hastalık olup olmadığı hakkında kesin bir teşhisin konulması, doğru bir kararın verilmesi gerekir. Çünkü, doğru değerlendirme işlemi; sağlıklı bir çözümün olmazsa olmaz bir ön koşuludur.

İlaçlardan bahsettik. Yeri gelmişken belirtmekte yarar var: Psikiyatri ilaçları da dahil hiçbir ilaç şüphesiz ki bir zehir değildir. Ancak ilacın bir şeker tableti olmadığı da unutulmamalıdır. Her yeni ilaç organizma için yeni bir kimyasaldır. Her yeni kimyasal ise vücut için yeni bir yüktür. İlaç, türüne ve dozajına göre muhtelif yan etkiler taşıyabilen, ancak hastalık söz konusu olduğunda kullanılması gereken, dolayısı ile kar – zarar analizi sonucunda, ancak fayda olasılığının ağır basması halinde tercih edilebilen (edilmesi gereken) çok önemli bir tedavi ajanıdır. Özellikle psikiyatri ilaçlarının beklenen etkisinin genellikle çok geç ortaya çıkıyor olması, birçok sorunda asgari 6 ay gibi bir süre kullanılmasının tavsiye edilebilmesi nedeniyle daha da dikkatli olunması gerekmektedir.

Diğer yandan, psikiyatriyle ilgili olan ve çok az kimsenin bildiği, bilenlerden de aşağı yukarı pek kimsenin dillendirmediği bir diğer önemli gerçek de şudur: Aslında bugün psikiyatride her sorunun spesifik bir ilacı yoktur. Mesela aile içi iletişim sorunlarının, konuşma bozukluklarının, ergenlik sorunlarının, çocuk okul ve uyum sorunlarının, kişilik bozukluklarının, davranış sorunlarının doğrudan bir ilacı yoktur. Evet, modern psikiyatride bugün onlarca hastalıkdan söz edilmesine karşın temelde 3 grup ilaç vardır:

1.Antidepresanlar...
( Depresyon ilaçları )
2.Anksiyolitikler ...
( Kaygı, sıkıntı ilaçları )
3.Antipsikotikler...

Son grup ilacın (antipsikotiklerin) daha çok ağır akıl hastalıkları gibi ileri dereceli düşünce bozukluklarında kullanıldığını, yaygın olarak akıl hastalıkları hastanelerinde reçete edildiğini düşünerek bu ilaç grubunu bir kenarda tutalım. Aslında en basit çocuk davranışlarından erişkin psikolojik sorunlarına, buradan en ağır depresyona, en ileri safhadaki anksiyeteye kadar çok geniş bir yelpazede yer alan bir çok sorunda bu iki grup ilaçtan biri kullanılır.

Örneğin antidepresan grup ilaçlar içinde Adı A, B, C, ya da D olan bir çok ilaç sözkonusudur. Bütün bu farklı ilaç isimleri aslında ilaçların farklı olduğunu değil; sadece ticari adlarının farklı olduğunu gösterir. Yani aynı grup içinde yer alan ilaçlardan birisi acı biber, diğeri sivri biber, bir bölümü kırmızı, diğer bir bölümü ise dolmalık biberdir! Ama sonuçta hepsi de; biberdir. Temelde aynı grup içinde yer alan (dolayısı ile aynı ya da muadil etken maddeye sahip olan), fakat farklı ticari isimler taşıyan bu ilaçların hepsi de temelde aynı tür ilaçlardır.

(Oysa çoğu insan bu gerçeği bilmez. İlacının ticari adı değiştiğinde, bizatihi ilacının da değiştiğini zanneder.)

Örneğin kekemelik adlı konuşma bozukluğu için doktora giden kişiye genellikle antidepresan grup ilaçlardan birisi verilir. Çünkü kemeliğin spesifik bir ilacı yoktur. Hastaya asıl sorunu kekemelik olduğu halde depresyon ya da anksiyete tanısı konulur, dolayısı ile de depresyon hastalığının ilacı başlanır. Fakat hasta aldığı ilacın kekemeliğinin spesifik ilacı olduğunu zanneder. (Kekemelik, psikolojik bir yöntemle, basit bir terapi tekniğiyle kolay bir biçimde tedavi edilebilen bir sorun olduğu halde, salt ilaçla tedavi edilmeye çalışıldıkları için yılları çalınmış, işini, eşini, belki de en önemlisi ümidini kaybetmiş birçok kişi tanımışımdır. Bu vahim sonuç, sadece bu soruna has bir durum da değildir. Birçok psikiyatri sorunu için pratikte maalesef ki böyle bir gerçeklik sözkonusudur.)

Yine yaramazlığı biraz fazla olan çocuklara da "yaramazlık" diye bir hastalık olmadığı ve bu olmayan hastalığın ilacı da bulunmadığı için, yine ya antidepresan ilaç grubundan bir ilaç başlanır, ya da anksiyete grubu ilaçlardan her hangi birisi reçete edilir! Evet, bu alanla ilgili çok önemli bir gerçek budur: Bugün psikiyatride her sorunun spesifik bir ilacı yoktur.

Bu alanla ilgili diğer çok önemli bir gerçek ise şudur: Psikiyatride, ilaç gereken hastalıklarda bile ilaçlar aslında tedavi için tek başına yeterli değildir. Bu tespit, benim şahsi görüşüm değildir. Bunu psikoloji – psikiyatri literatürünü takip eden herkes bilir.

Evet, ilacı olan hastalıklarda bile ilaçlar aslında tedavinin tamamı değil, yarısıdır. Yani ilaçlar aslında psikiyatride tedavi kuşunun sadece bir kanadıdır. Oysa hiç bir kuş tek kanatla uçmaz. Nitekim uçmamaktadır da! Uçsa bile ağır aksak, düşe kalka uçmakta, çok uzağa gidememektedir. (Biraz uçar gibi olup belli yüksekliğe çıktıktan sonra düşmek ise daha örseleyici olabilmektedir.)

Psikolojik sorunlara psikolojik yaklaşım boyutu eksik bırakıldığında, yani diğer kanat ihmal edildiğinde, tedavi salt ilaca indirgenerek eksik bırakıldığında tedavi süreci uzamakta, tedavide başarı oranı ciddi düzeyde düşebilmektedir. Bunun ise, daha uzun süre ilaç kullanmak zorunda kalınmasından tutun da iyileşmeye olan inancın yitirilmesine kadar gibi bir çok olumsuz sonuçları olabilmektedir.

Ben psikiyatri ilaçlarını, tarlayı çapalamaya, sulamaya, velhasılı tohum ekmek için toprağı müsait hale getirmeye benzetiyorum. Terapiyi ise bu hazırlanmış tarlaya tohumu bilfiil ekmeye...
Sadece ilaçla tedavi, tarlayı sürekli çapalamak, sürekli hazırlamak anlamına gelmekte, ancak terapi yoluyla tohum ekilmediğinde hiçbir zaman istenilen ürün – mahsül tam manasıyla alınamamaktadır diye düşünüyorum. (Tabiki bu benim şahsi tespitlerime dayanan öznel bir düşünce...)

Şimdi de hep birlikte düşünelim:

Öğretmen kendisine kızdı diye okuldan bir süreliğine soğuyan, bir süreliğine okula gitmek istemeyen bir çocuğu okula isteyerek gönderebilecek bir ilaç var mıdır sizce?
Tembelliğin ilacı var mıdır peki?

Babanın süregen ilgisizliğinin deliye döndürdüğü çocuğun temeldeki bu ilgi gereksinimini karşılayacak bir ilaç olabilir mi? İlgisizliğin doğurduğu boşluğu hangi ilaç doldurabilir! Çatıda patlamış olan ve su akıtan musluk tamir edilmediği sürece, alt kattaki kişinin sürekli elbise değiştirmesi kendisine ne kadar fayda sağlayabilir?

Ya da son derece insani bir durum olan ergenlik dönemi asabiyetinin bir ilacı olabilir mi? Olsa bile bu doğal dönemin bir o kadar doğal olan asabiyetini ilaçla gidermeye çalışmak ne kadar sağlıklı olur? Kış mevsiminde; yollar buz tutuyor, trafik aksıyor, bir çok kaza oluyor diye kar yağışını engellemeye kalkışmak tabiatın dengesine ve insanoğlunun yararına ne kadar uygun düşer? Bu pek çok soruna, en önemlisi de kuraklığa ve kıtlığa yol açmaz mı!

Çok sevdiği, bu yüzden de ayrıldığı kişiyi kolay kolay unutamayan birine bu acı aşk acısını unutturabilecek bir ilaç keşfedilmiş midir sizce? Yakında insanlara bütün negatif duyguları yaşamalarını da mı çok göreceğiz? Negatif bile olsalar, onlar da bir duygu değil midir sonuçta? Acı – tatlı, hafif ya da yoğun bütün insani duygular yaşanmalı değil midir yaşamda? İnsan duygu ve düşüncesi olan psikolojik bir varlıktır, robot değil ki! Bir kaya parçası veya demirden bir makina ise hiç değil!

Ağır borç yükü altında ezilen, bir çıkış yolu bulamayan, dolayısı ile de derin bir stres ve gerginlik yaşayan birisinin bu hal altındaki sıkıntısı da gayet insani bir durum değil midir? Yoksa normal olan; kişinin bu ahval ve şerait içinde dahi hiç bir şey yokmuş gibi sağa sola gülücükler saçarak ortalıkta gamsız gamsız dolaşması mıdır?

Uzun zamandan beri boşanma sürecinde olan, bu yüzden sık sık derin düşüncelere dalan, derken zihni yorgun ve bitkin düşen, akabinde dalgınlıkları başlayan, unutkanlık yaşayan birisinin bu sorununa bir çırpıda çözüm olabilecek bir ilaç mümkün müdür? 'Her hastalık, sebeplerinin zıddı ile tedavi edilir' ilkesi gereğince, yorulan zihnin ilacı zihni dinlendirmek mi olmalıdır? Yoksa; bir avuç dolusu ilaç yutmak mı?

Cevap; elbetteki hayır olacaktır. Öyle de olmalıdır. Bu sorulara doğru cevaplar verebilmeniz için hekim olmanız gerekmiyor. Bu ve benzeri bir çok sorunda çözüm; kimyasal - sentetik bir madde olan ilaçlarla değil, bu sonuca yol açan neden ya da nedenlerin araştırılarak ortaya çıkarılması, akabinde de kişiye bu işleyiş hakkında bir iç görü ve farkındalık kazandırılması, destek olunması, danışmanlık yapılması, rehberlik edilmesi, yol gösterilmesi yoluyla olmalıdır.

Evet, sorun psikolojikse çözümün de psikolojik olması gerekir. Tıpkı ekonomik sorunlara ekonomik, siyasal sorunlara siyasal, sosyal sorunlara da sosyal çözümlerin gerekmesi gibi.

Yani burada ve benzeri bir çok sorunda asıl ve kalıcı çözüm, hastaya (ruh sağlığı alanında yardım için başvuran her kişinin hasta demek olmadığı unutulmamalıdır) yapılacak olan psikolojik danışmanlıktır, psikolojik destektir, psikolojik eğitimdir.
Bu, ruh sağlığı alanının doğasından kaynaklanan bir durumdur ve aslında tıbbın diğer alanları için de geçerlidir.

Nasıl ki modern tıpta bugün diyet, egzersiz, fizik – tedavi, rehabilitasyon, kaplıca, hava değişimi, ameliyat gibi ilaç dışı bir çok tedavi çeşidir mevcuttur. Aynı şekilde psikiyatride de; psikolojik danışmanlık, psikolojik destek, psikolojik eğitim, rehberlik gibi ilaçla tedavi dışı psikolojik yardım şekilleri sözkonusudur.

Çünkü psikolojik yardım demek salt ilaçla tedavi demek değildir. Ancak üzülerek söylemeliyim ki, bugün psikiyatrik yardım; sadece ilaçla yardıma indirgenmiş durumdadır.

***

ÇOK ÖNEMLİ BİR RÖPORTAJIN
SATIR BAŞLARI

Projemdeki tespitleri destekleyen samimi görüşlerin ve itirafların yer aldığı bu röportaj, Hürriyet gazetesi yazarlarından Sayın Ayşe Arman ile Türkiye Psikiyatri Derneği Başkanı Sayın Uzm. Dr. Şeref Özer arasında yapılmış olup, 3 Mayıs 2008 Cumartesi tarihli Hürriyet gazetesinin Cumartesi Ekinde yayınlanmıştır.
(Not: Siyah vurgulu yazılar Sayın Ayşe Arman'a aittir)
***

Evet, hoş geldiniz! Konumuz yine antidepresanlar. İki hafta önce söz psikologlardaydı. Şimdi psikiyatristlerde. Konuğum Türkiye Psikiyatri Derneği Genel Başkanı Dr. Şeref Özer. Önemli bir konuda, son derece samimi konuştu, kendisine teşekkür ediyorum. Depresyon nedir? 2 artı 2 eşittir 4 gibi bir tarifi var mı?

- Bu konuda, psikiyatrinin yapısıyla ilgili sorunlar var. Diyelim ki zatürree oldunuz. Ateşiniz yükselir, lökositiniz artar, sırtınız ağrır. Akciğer filmi çektirince de çıkar bir şeyler. Ama psikiyatrik rahatsızlıklar öyle değil, tanımlanması kolay şeyler değil. Psikiyatri alanında 1950'lere kadar herkes kendi kafasına göre takılmış. Biri "Bana göre depresyon budur" demiş, öbürü "Hayır o şizofreni!" demiş. Bu bir sorun haline gelince de, ortak bir dil arayışı başlamış ve sınıflandırma sistemleri geliştirilmiş. Bugün bütün dünyada, yaygın olarak kullanılan iki sınıflandırma sistemi var. Biri Amerikan Psikiyatri Birliği'nin oluşturduğu DSM, diğeri de Dünya Sağlık Örgütü'nün kullandığı İCD sınıflandırması. Biz psikiyatristler, hastalıkların tanılarını bu sınıflandırmaya göre yapıyoruz.

Siz hangi hastanıza "Sen depresyondasın" diyorsunuz?

- Her isteksiz olana, her canım sıkılıyor diyene "Depresyondasın!" demiyorum tabii. En somut belirtisi, yakındığı şeylerin, günlük hayatını bozmaya başlaması. İşe gidemez oluyorsa, çocuğuna bakamıyorsa, ev işlerini yapamıyorsa, bunun adı depresyondur.
İşleri bozulmuş ya da iflas etmiş bir adam. Mutsuz, yataktan çıkmak istemiyor...
- Hemen depresyon demem. Ne zaman derim? 15 gün boyunca yataktan, hatta evden çıkmıyorsa, sorunları çok fazla ama çözmek için çaba harcamıyorsa, tamamen ümidini yitirmişse, yemeden içmeden kesilmiş, kilo vermiş ve intihar etmeyi düşünüyorsa, hatta planlar yapıyorsa, gazla mı yapsam, iple mi diye... İşte o zaman depresyon derim.

- Peki bu adam, bu depresyonu ilaçsız atlatamaz mı yani...
-
- Bazıları atlatıyor, bazıları atlatamıyor. Biraz da yapısal özelliklerle ilgili. Bu hastalıkların genetik geçişleri var. Tabii sosyal destek de çok önemli. Bazı insanlar o destekle toparlanıp hayatına devam edebiliyor ama bazıları edemiyor.
Beyin kimyasında ne tür değişiklikler oluyor ki, ilaçla düzelmesi gerekiyor?
- Depresyonda nörotransmitter denilen bazı beyin hormonlarının rolü olduğunu artık biliyoruz. Serotonin, dopamin, vesaire gibi. Hepsinin belli fonksiyonları var, iç içe çalışıyorlar. Bu sistemlerden birisi bozulduğu zaman da rahatsızlıklar ortaya çıkıyor. Dopamin hormonu çok fazlalaştığında şizofreni ortaya çıkabiliyor. Serotonin azaldığı zaman da ya panik bozukluğu yaşıyorsunuz, ya da depresyona giriyorsunuz. Ya da obsesif kompulsif oluyorsunuz.

Peki hastanın beyin kimyasının bozulduğunu nasıl anlıyorsunuz? Ne tür testler yapıyorsunuz?
- Ne yazık ki test mest yapamıyoruz. Çok pahalı. Biz bize gelen insanların beynindeki kimyasal değişiklikleri de göremiyoruz. Böyle bir alet yok. İnşallah bir gün olacak. Bizim elimizde araştırma sonuçları var. O sonuçlara göre ilaç veriyoruz ve eksik olduğunu düşündüğümüz hormonu yerine koyuyoruz.

Bana yazan bazı okurlarım antidepresan kullandıklarında eskisi gibi tepki veremediklerini söylüyorlar...

- Evet olabilir. Bazı insanlarda böyle yan etkiler oluşabilir. Ama unutmayın ki, "Hayattan zevk almaya başladım, keyfim yerine geldi, yok olmak üzereyken hayata yeniden döndüm" diyenler de var.

Bir sürü okur da, 10 dakikalık konuşma sonrasında kendilerine ilaç yazılmasından şikayetçi.

- Haklılar. Psikiyatrik muayene, ayrıntılı yapılması gereken bir şey. En az 45-50 dakika sürmesi gerekiyor.

Neden 10 dakikada bittiği oluyor peki?

- Sağlık sistemi ile ilgili bir sorun. Çünkü psikiyatrist sayısı sınırlı, hasta çok. Türkiye'de olması gerekenin yarısı kadar psikiyatrist var. O zaman ne oluyor? Günde 80 hasta kapıya dayanıyor. İdareciler, "Bu 80 hastaya da bakılacak!" diyor. Buna da vakit yok. Yoksa tabii ki her şeyi ayrıntılı dinlemek gerekiyor. Karşınızdaki hastanın nasıl bir dünyadan geldiğini, ailesini, sosyal ilişkilerini, yaşamını dinlemelisiniz ki, o hasta hakkında tam bir fikre sahip olasınız. Ama öykünün tamamını alacak vakit yok.

O zaman, bazı hastaların şikayet ettiği gibi, psikiyatristlerin ilaç yazımını abarttıkları gibi bir gerçek var.

- Var. Ama bu, biraz da pratik koşullardan kaynaklanıyor. Kapınızda 80 hasta varsa ne yaparsınız? Sadece yakınmaları dinlersiniz. "Neyin var?" "Keyfim yok, uyuyamıyorum, oramda buramda ağrı var..." Terapi de yapamıyorsanız, tek çare ne oluyor? İlaç yazıyorsunuz. Biz de bunun farkındayız.

İdeali sizce kaç hasta bakmak?

- 20. Ama ülkenin gerçekleri öyle değil, buradaki polikliniklerde bile (Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi) bir günde 40-50, hatta bazen 60 hasta bakıyoruz.

Bu ilaçların, depresyona sebep olan sorunu çözme gücü var mı?

- Vücutta eksilen hormonu tamamlama gücü var. Hastalığın biyolojik zeminini ortadan kaldırıyorlar. Tıpkı antibiyotiğin mikropları öldürmesi gibi. Çok ağır sosyal ve ekonomik koşulları olan bir insan düşünün. Depresyon oluşmuş, biz bu ilaçlarla belki sorun çözmüş olmuyoruz ama biyolojik zeminini ortadan kaldırıyoruz. Depresyonu düzelterek, kişinin sorun çözümüne doğru hazırlanmasını sağlıyoruz.
Biz Türkiye'de istediğimiz antidepresanı cırt diye satın alabiliyoruz eczanelerden,

İngiltere'de öyle mi?

- Hayır. Ama bu da sağlık sistemiyle ilgili. Biz Türkiye'de, elimizi kolumuzu sallaya sallaya antibiyotik de alabiliyoruz, İngiltere'de alamıyorsunuz.

Antidepresanın bir moda, bir trend olarak kullanılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Hiç doğru bulmuyorum. "Bana çok iyi geldi, sen de al" diyor kadın komşusuna. Olacak iş değil. Hepsinin yan etkileri var ve biz kişiye özel seçeriz. 100 hastaya mı verdik? 60'ı iyileşir, 40'ında ilacı değiştiririz, 30'u iyileşir, 10'u iyileşmez. Etkileri kişiden kişiye değişiyor. Ama bu diğer bütün ilaçlar için de geçerli.

Her insanda farklı etki yapıyorsa... İlacı verdiğiniz zaman, hangi insanda ne etki yapacağını nasıl biliyorsunuz?

- Bilmiyoruz. Dürüstçe söylemek gerekirse, hálá çok ipucu yok. Uykusu çok olan insana, uyku yapmayan bir antidepresan veriyoruz. İştahı çok olana da iştahı azaltan. Hastalarıma ben "Bunlar bunlar depresyon belirtisi, sizin de depresyonunuz var" derim. "Amacımız beyninizdeki serotonini arttırmak. Birçok ilaç var, hangisi daha iyi gelecek bilmiyoruz. Deneye deneye bulacağız, az dozda başlayacağız, yavaş yavaş artıracağız."

Derin bir sorunum var diyelim, ilaç alıyorum, eksik hormunu yerine koyuyorum, zemini ortadan kaldırıyorum ama derin problem duruyor...

- Evet, onu da terapiyle ortadan kaldıracaksınız. İlaç artı terapi. En doğrusu budur.
Psikanaliz diye bir şey yok mu artık? Divana yatırmak...
- Var. Ama vakit ayıracaksınız, en az haftada iki kere gideceksiniz. Bir de bunun maddi bedeli var. Haftada iki kere kaç kişi gidebilir bu ekonomik koşullarda?

Zenginler mi terapiye gidiyor yani?

- Analitik terapiye evet, ancak zenginler gidebiliyor. Ama bir sürü terapi çeşidi var. Mesela "kısa ve dinamik psikoterapi" gibi yeni kavramlar var.

Neden kadınlar daha çok depresyona giriyor?

- Daha zor koşulları var kadınların. Daha az para kazanıyorlar. Daha çok uğraşmaları gerekiyor. Sosyal yükleri çok daha fazla.

İlaç firmalarıyla ortak çalışan doktorlar var mıdır?
- Olabilir de, olmayabilir de.

Son olarak, Türkiye Psikiyatri Derneği ne işe yarıyor?

- Psikiyatristlerin mesleki örgütü. Bir sivil toplum örgütü. 1800'ün üzerinde üyemiz ve 20 şubemiz var. Amacımız, psikiyatristlerin dayanışma içinde olmasını sağlamak, mesleğin etik kurallarını oluşturmak ve en önemlisi, ruh sağlığı ile ilgili bir yasa oluşturmak. Büyük bir sorun var Türkiye'de, psikiyatri hastalarının nasıl yatırılacağına, nasıl taburcu edileceğine hükmeden bir yasa yok. Dünyanın her yerinde var, bizde yok. Diyelim ki bir şizofreni hastası geldi. Onu kim yatıracak, ne zaman yatıracak, "Ben çıkmak istiyorum" derse çıkabilecek mi, çıkamayacak mı, inanılmaz bir şey, ama bunlar bilinmiyor.

( Not: Sayın Ayşe Arman bunca vahim sorunları öğrendikten sonra çok haklı olarak, "Mamdem ki bu kadar önemli sorunlar var alanda. O halde derneğiniz neler yapıyor bu konuda" demeye getirmiş besbelliki. Ancak dernek başkanının koskoca meslek derneğinin çalışmalarıyla ilgili olarak değindiklerine bir bakın. Hastayı kim yatıracakmış, nasıl taburcu edilecekmiş vs... Bu, bir hasta kanser olmuş ölürken bunu bırakıp da onun sivilceleriyle uğraşmaya benziyor)

Dr. Özer antipsikiyatrinin bile psikiyatri için hayırlı olduğunu söylüyor ve devam ediyor:

Dünyada her şeyin bir karşıtı var. Psikiyatrinin de. 60'lı yıllardaki o özgürlük rüzgarıyla beraber anti-psikiyatri de gelişti. Ben iyi ki anti-psikiyatri var diyenlerdenim. Neden derseniz, bir sistemin karşıtı olmadığı müddetçe, o sistem düzelmez. Bir zamanlar sosyalist sistem vardı hatırlarsanız, sosyalist sistemin rekabetinden dolayı kapitalist sistem, işçilerine daha çok hak veriyordu. Sosyalist sistem dağıldığından beri, o sosyal haklar da gitti. Anti-psikiyatrinin de, psikiyatriye çok katkısı oldu. Eskiden akıl hastaları, şehirlerin dışında tutuluyordu ve saçma sapan yöntemlerle iyileştirilmeye çalışılıyorlardı. Anti-psikiyatri, onların da insan olduğunu hatırlattı. O yüzden de bizler, hastaların toplum içinde iyileştirilmesini savunuyoruz artık. İyi ki anti-psikiyatri var. Ama bu tabii söyledikleri şeylerin hepsinin doğru olduğu anlamına gelmiyor.

 

 

Hep gelişim için üreten insanlara ihtiyaç duyulduğu söylenir. Hayır, yeterince üretenimiz vardır esasında! Asıl ihtiyacımız olan şey bu üretimleri arayıp bulacak, sonra sahiplenecek, bunun için de kıskançlık duygusuyla ya da daha başka sayiklerle hareket etmeyecek olgunluktaki yetkili insan azlığımızdır!