• https://api.whatsapp.com/send?phone=05521012184
  • https://www.twitter.com/@kifsamer
  • https://www.instagram.com/psikologizzetgullu
  • https://youtube.com/@psikologizzetgullu
Algı Tamircisi
www.izzetgullu.net
Gerçek Bir Hastane Hikayesi
22/09/2012


"Sadece doktor tedavi eder" derler. Oysa bazen doktor hasta edebiliyor. Yine, “Teknisyen tedavi edemez, yetkisi yok” denilir. Hayır, teknisyenin iyi ettiği hastalar da olabiliyor. Bu yazı bunları anlatıyor. Ve çok daha fazlasını!


Hemen belirteyim ki bu yazıyı yazıp yazmama meselesini uzun süre düşündüm. Ancak yaşanmış bir şeyin yaşanmamış gibi kabul görmesini, derken öylece yitip gitmesini gönlüm kabul etmedi. Yüzde yüz güvenilmesi gereken hastanelerde bazen nelerin de olabildiğinin anlaşılması için bunu okuyucunun bilgisine sunmak bir vazifedir diye düşündüm, yazmaya karar verdim.


Bir kaç yıl evvel böbrek taşı nedeniyle ameliyat olmam gerekti. Önce böbrek taşım tam olarak anlaşılamadı, farklı zaman dilimlerinde toplam beş – altı röntgen filmi çekildi. Yine tam anlaşılamadı, sonunda, “Kesin sonuç veriyor, bir zararı da yok” denilerek ilaçlı filme karar verildi. “Madem zararı yoktu, bu ikinci denemeden sonra yapılsaydı, ben de boş yere 4 - 5 kere fazladan radyasyon almazdım” demek gelse de içimden demedim, diyemedim. İnsan sağlığı konusunda atlanılan ve ufacık ihmaller sanılan ayrıntıların ne derece önemli olduğunun idrakinde bile olmayanlara hangi amaçla neyi, niçin diyebilirsiniz ki! (Hekimlik yüzde elli sanat denilir. Kalan yüzde ellisi de insanlık bence, başkasının yaşamını ve risklerini en az kendinizinki kadar önemsemek yani!)


Neyse! Artık taş kesindi ve kapalı ameliyata karar verildi. Günü belirlendi. Bu arada rutin tahlil istendi. Öğleye doğru bilgisayarımdan tahlil sonuçlarına ulaştım. Her değer üç aşağı beş yukarı normaldi lakin lökosit denilen bir değer aşırı düşüktü. Altı sınırı 20, üst sınırı da 40 olan bu değer bende 3 küsur çıkmıştı. Moralim bozuldu. Lökositi az çok biliyordum ancak yine de pc üzerinden araştırmak istedim. Ciddi akademik sitelerden baktığımda bu değerin ağır bir durumun göstergesi olduğu, ilerlemiş kanser türlerinin son safhasında, özellikle de lösemide vs. görüldüğü, vücut savunma sisteminin tamamen çöktüğü anlamına geldiği mealinde bir şeyler yazıyordu.


Dünya tepeme yıkılmıştı. Birden gözüme henüz ufacık olan kızım ve eşim geldi. Onları düşündüm o an. Bir de çevremin duyduklarında, “Yazık olmuş, daha çok gençti” vb. cümlelerle acıyarak yaklaşacakları düşüncesi geçti aklımdan. Oldum olası mahcup olmaya ve çevre tarafından acınmaya karşı acayip alınganımdır nedense! Çözüm üretmek huy olmuş, hemen köyüme gitme, orada ölümümü sessizce bekleme çözümü geldi gözümün önüne. Zaten köy evimiz boştu; bir bahane bulur, soranlara, “Bir süre izin aldım” derim dedim. Bu süre zarfında zaten hak da vaki olur diye geçirdim içimden. Tüm bunlar üç beş dakika içinde zihnimde olup bitenlerdi. Ruhum ise bir ruh bilimcisi olduğum halde çoktan çökmüştü. Bu çöküntüyü hangi ilaç onarabilirdi. Modern hekimliğin en büyük eksiği sanırım işte burasıydı. Ruhu dikkate almaması! Oysa ruhu öldürerek beden diriltilebilir mi!


Kendi söküğünü dikemeyen bir terzi edasıyla ve tam çökmüş bir vaziyette düşünürken saat öğlen sonu üç olmuştu. Hemşire hanım aradı iç hattan: “İzzet bey, yarın ameliyatınız var, doktor bekliyor, sonucu aldım ben, gösterelim, çıkmadan gelin” dedi. Hemşire hanımın, “Aldım ben, sonuç bende” demesi beni azıcık rahatlattı. Muhtemelen bakmıştır elindeki sonuca, kötü bir şey olsa, “Ameliyata gerek kalmadı, nasıl olsa yakında öleceksiniz” der falan gibi düşündüm, kısmen de olsa rahatladım sanki.

Görüyorsunuz, hastalık psikolojisi ne kadar hassas! İnsan nelerden nasıl medetler umuyor böyle! İnsan ruhu bu denli hassas da insana hizmet verenler, işlerini sadece kağıt, bulgu, makine, ilaç, enjeksiyon zannedenler ne kadar hassas! Haydi, devam edelim gerçek hikayemize ve onu da görelim!
 

Derken ilgili doktora çıktık. Doktor hanım şöyle bir baktı sonuca, görmedi bile sanki. Duyacakları önceden biliyor olmanın verdiği korku dolu bir ürkeklikle, “Ama şu değer” diye hatırlatınca farkına vardı atladığının. Sonra sanki hayatında ilk defa lökosit görüyor gibi bir süre baktı ve, “Bilmiyorum ki, tuhaf, neden düşük ki acaba” şeklinde bir şeyler mırıldandı kendi kendine.

Umursamadı bile, önüme uzattı kağıdı ardından! Ameliyata onay verecek olan uzman hekimin bir laboratuar değerinin düşüklüğü karşısındaki bu muallak ve mahcup tutumu beni iyice tuhaf yaptı. Üzüntü ile kızma arası duygular kavurdu içimi. Ya, “Bu değer önemsiz, sorun yok” demeliydi yahut olayın vahametinin gerektirdiği bir netlikte konuşmalıydı, uzmandı o sonuçta” diye geçirdim içimden. “Bir dahiliye uzmanıyla görüşün” dedi, sorduğumda. Sormasaydım, bu da denmeyecekti muhtemelen! Önemli idiyse görüşmem, sormasam bile söylenmesi gerekmez miydi! Kime ne diyesiniz! Millet canından bezmiş adeta, herkeste sanki işini babasının hayrına yapar gibi bir tükenmişlik ve boş vermişlik haleti ruhiyesi gelişmiş! Ülke olarak, insan ruh yapısı anlamında çürüyoruz bence!


Neyse, devam edelim. O arada karşılaştığım bir pratisyen hekime sordum. O da hiç fikir beyan etmedi, direkt uzmana görünün dedi. Sanki lökosit değildi mübarek, gizli devlet sırrıydı! Lökosit düşüklüğü bu kadar girift, hakkında yorum yapılamayacak kadar karmaşık ve bilinmesi zor bir değer miydi acaba! “Lökosit şudur, düşmesi bu anlama gelir, ancak tek başına bu değerin düşük olması önemsizdir, şunlar da beraberinde düşse anlamlı olabilir, o halde sorun var veya yok” gibi teknik yorumlar yapan olmadı.


Dahiliyeciye gitmedim. Bir laboratuar bulgusunu üstelik ameliyata onay verecek bir uzman hekimle aile hekimi olmaları gündemde olan bir pratisyen hekim bilemiyorsa (o zaman aile hekimliğine henüz geçilmemişti) en iyisi bunu bir de klinik mikrobiyoloji vb. uzmanlara sormak lazım dedim. Oraya gittim. Bu uzman da kağıda, kafasını “tuhaf” dercesine sallayarak baktı uzunca. Artık dayanamadım, ben yorum yapmaya başladım.


Hocam dedim, “Bu değer bu kadar düşükse aşağıdaki lökosit yüzdesinin de düşük olması icap etmez mi! Değer bu kadar düşünce yüzdesi de etkilenmez mi!” İşin uzmanları bilir, sonuç kağıdında bir lökosit değeri vardır, bir de lökosit yüzdesi. Yüzdem, 20 ila 40 arası normal olan değerlerin üst sınırına yakındı, 35 falandı. Bunu sonradan görmüştüm, bir yığın stres ve korku yaşadıktan sonra. Ancak emin olamamıştım yine de. Lökosit yüzdem belki iyiydi ancak değer olarak çok düşüktü sonuçta!


“Evet İzzet bey, tabi ki, söylediğiniz mantıklı” dedi. Doktor değerin ne olduğunu değil, dediğimin mantıklı olduğunu tespit etmişti sonuçta. Zaten ülkemizde kendi işimizden başka her şeyi iyi bilir, her şey hakkında en doğru kararı biz veririz. Halbuki bu yorumu ben değil, başta o yapmalıydı! On yıl okumuşlardı nihayetinde. Alt tarafı bir değerdi söz konusu olan! Bana hak verirken ki yorumları bile bir uzmana yaraşır teknik analizler değildi. Sonuçta kuru mantık yürütme ile söylenilecek şeylerdi duyduklarım.


Yine tatmin olamamıştım. Böbreğimdeki taşı çoktan unutmuştum! Böbreğimdeki taş değil, kaya kütlesi olsa bile artık umurumda değildi. Ben gidiciydim ne de olsa, bu durumda böbrekte taş olsa ne olurdu, kaya kütlesi olsa ne! Yarın ki ameliyata da girmeyecektim nasıl olsa! Eşime, çevreme nasıl söyleyecektim durumu, en önemlisi de onları bırakıp ölümü bekleyeceğim köyüme nasıl gidecektim, artık tek derdim buydu.


Yolda röntgen teknisyeni bir arkadaşı görmeseydim ameliyatı bırakacak, belki eşime bile izah etmeden akşama çekip memlekete, köyüme gidecektim. Tabi ki bu vaziyette kaza falan yapmadan ulaşabilirsem! İşte sağlıkta artık rutinleşdiğini gördüğümüz sıradan bir aymazlığın en basit sonucu!


Yolda çökmüş bir ruh haliyle giderken bir röntgen teknisyeni arkadaşa rastladım. “Hayırdır İzzet bey, çok kötü görünüyorsun” dedi. Durumu izah ettim. “Ya takma, bizim hastanede bu değerler hep böyle çıkıyor” dedi. “İnanamıyorsun biliyorum, gel sana göstereyim” diyerek beni laboratuara doğru götürdü. Oraya vardığımızda bir yığın sonuçtan rastgele üç - dört sonuç rica etti mesai arkadaşından. Hepsinde lökosit değerleri 2, 3, en fala dört görünüyordu.

Off dedim, offf! Of ki ne of! Üzüleyim mi, ağlayayım mı, bu arkadaşa sarılayım mı, yoksa o an ellerimi açıp Mevla’ya şükür mü edeyim, kızayım mı ya da! Tüm duyguları bir anda yaşadım! Yahut ortalığı ayağa mı kaldırayım, bilemedim.

Düşünün:


Ya işin uzmanları kit’lerde sorun olduğunu bilmiyorlardı. Bilmemeleri mümkün görünmüyordu. Çünkü son dönemde tüm sonuçlar böyle çıkıyormuş. Bu zaten arkadaşın gösterdiği diğer sonuçlara bakınca da ortadaydı. Ya da uzmanlar bildikleri halde bilmemiş gibi davranıyor, mesela, “Rahat ol, kafayı takma, kit’lerde sorun var, biz bunu biliyoruz; lökosit yüzden iyi, o halde sorun yok” demiyorlardı! Sonuca ilk defa gördükleri, hiçbir fikirlerinin olmadığı garip bir değermiş gibi bakıp duruyorlardı!


Bu iki olasılıktan hangisine kızmak gerekir sizce! Hangisi için saç baş yolmak, hangisi için kendini parçalamak; yo olamaz, bu mümkün değil, uzman, hekim, on yıl eğitim, tıp, güven, her gün bir sürü hasta bakmak, kitler, uzun süredir böyle, fikrim yok… durumlarının hangisine?

En vahimi hangisi sizce? Hepsi birden mi ya da?
“Hastanede çalışan, iyi - kötü bu işlerin içinde olan birisinin ilk defa hastaneye işi düştüğünde yaşadığı tablo bu ise dışarıdan gelen sıradan vatandaşların ki acaba nasıldır” sorusunun cevabı mı ya da en kötüsü!


Bilmemeleri mi, biliyorlar ise bildikleri halde söylememeleri mi, hastayı böylece rahatlatmamaları mı, insanı ve onun ruhunu bu denli basite almaları mı? Yoksa uzun zamandan beri bozuk olan kit’lerin hala bozuk olmaya devam etmesi aymazlığı mı, hangisi?


Yoksa sonucu haberdar ettiğimde ilgili yöneticilerden irrite edici bir sırıtma ile aldığım, “Oluyor böyle bazen” cevabı mı! Bu durum karşısında bile, “Nasıl olur, hayır, inanmıyorum” deyip masaya yumruk vuran bir tutum görememek mi?


Ya da bu işlerin nasıl olup da bu denli kanıksandığını görmek mi; söyleyin hadi, hangisi?


Basına versem suç işleyebileceğim korkusu mu? Daha başka yerlere bildirsem şikayette silsile yolu geleneğini aşıp memuriyet kusuru işleme kaygısı taşıyabiliyor olmam, bu durumda bile ürkecek kadar korkuyu içselleştirmiş olmamız mı?


Hangisi?


 



4257 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Birkaç Fikri Kırıntı - 26/12/2023
Sabahın beşinde
Hatalı Kandil Algısı - 26/01/2023
Kandil Var mı Yok mu?
Son Risale Dersi - 23/01/2023
Buldum Deme, Hep Ara
Niyet Ettim Kırbaç İçin Namaz Kılmaya - 22/01/2023
Allah Dışı Kaygılara Kulluk Ettirmek
Şu Zamanda Akla Kurt Düşürmenin Önemi - 22/01/2023
.
Mutsuz İnsan Projesi - 21/01/2023
.
Ruhlarımızdaki Şeriat Çatışması - 19/01/2023
Şeriat Yok Diye Yanacak Yıyız?
T.C. Teheccüde Kalkmıyor - 16/01/2023
Dini Olan Devlet Tağutlaşır
7 Milyarı Kesip Doğrayacak Mıyız? - 16/01/2023
 Devamı