• https://api.whatsapp.com/send?phone=05521012184
  • https://www.twitter.com/@kifsamer
  • https://www.instagram.com/psikologizzetgullu
  • https://youtube.com/@psikologizzetgullu
Algı Tamircisi
www.izzetgullu.net
HEKİMLER İNTİHAR ETTİ, TIP EKS OLDU
27/09/2016

Kızım yeni doğduğunda böbreklerinde küçük çaplı bir büyüme tespit edildi. Üç ayda bir ultrasonla takibinin şart olduğu söylendi. Bu aynı zamanda ufacık bir bebeğin üç ayda bir hastane, özellikle de radyasyon ortamına girmesi demekti ve çok iyi bir kar - zarar analizi sonucunda böyle bir tercihin yapılması gerekiyordu!

Nitekim ayaküstü verilen bir kararla bu süreç başladı! Üç, altı, dokuz derken "Bu böyle gitmez" dedim ve Araştırma Hastanesinde bir profesörle görüşmeye karar verdim. O da ilaçlı film istedi! İlgili hemşire gereken damarı bulmakta zorlandı! Çocuk alabildiğince bağırıyordu ve bu tablo bir anne baba için dayanılacak gibi değildi. Aşağı yukarı sekiz - on dakika uğraşmıştı çünkü! Nitekim daha fazla dayanamadım ve "Kalsın hemşire hanım, bırakın" dedim! Profesöre çıktım tekrar! Durumu izah ettim! "Önemli değil hocam, zaten 5-6 yaşından önce yapacak bir şey yok, takip edeceğiz sadece" dedi! Sonradan öğrendim ki (öyle her bilgiyi de paylaşmazlar sizinle! Bu alanda, size lazım olan bilgi sadece papazların dokunabildiği kutsal kasedir) bu sorun yeni doğan bir çok çocukta oluyormuş, ilkokul çağlarına geldiğinde genellikle kendiliğinden düzeliyormuş! Nitekim de öyle oldu! Hiç bir tedavi alınmadığı halde kendi kendine iyileşti! Modern Tıp Hz. Adem devrinden son 100 sene öncesine kadar olduğu gibi hiç bir sorunumuza dokunmasa belki sistem kendisini daha iyi tedavi edecek! Kanser tanısı alan hastaların bir çoğunun ilk 6 ayda ölüp gitmesinin nedeni kanserin kendisi midir yoksa yıkıcı kanser psikolojisi ile görülen kemoterapi vs midir? Bence bu ısrarla sorgulanmalıdır!

Beynimden vurulmuşa döndüm! Çünkü sonuç ne çıkarsa çıksın, belli bir yaştan önce yapılacak bir müdahale olmadığını, durumun sadece takipten ibaret olduğunu söylemişti! Yani bir bebeğe yapılan bunca işkence, ufacık bir bebeğin üç ayda bir yoğun radyasyon ortamına ve hastane fobisine maruz bırakılması vs. sadece hekimlerin "takip fantezileri" içinmiş! İşin daha da ilginci bu takipte sonuç ne çıkarsa çıksın, zaten yapılacak bir şey de yokmuş! Her halükarda çocuğun belli yaşa gelmesi beklenecekmiş!

Öyleyse bu takip ısrarı, bunun için ufacık bir bebeğe işkence çektirmek, üç ayda bir şeklinde senelerce sürecek yoğun bir radyasyon ortamına, hastane mikrobu ve doktor fobisi riskine maruz bırakmak nedendir? Bir an gözlerim döndü, ağzıma ne gelirse söylemek istedim! Hatta daha fazlasını yapmayı da... Bir el beni tuttu! O el beni kritik anlarda hep tutar zaten!

Yine bir gün böbreklerimde taş olabileceği söylendi. Röntgen filmi istendi. Çektirdim! Siyaha çalan filmde, yanlış hatırlamıyorsam yoğun bir beyaz nokta vardı. Doktor bir şey demedi, sadece "Hopla zıpla, bol su iç, on gün sonra gel, tekrar bakalım" dedi. Gittim, denileni fazlasıyla yaptım, tekrar hekime uğradım. Yine röntgen çekildi, yine "Biraz daha zıpla, biraz daha su iç, tekrar gel" dendi. Bu böyle üç - dört kere tekrar etti. En sonunda dayanamadım ve "Hocam işinize karışmak gibi olmasın ama şu yoğun beyaz nokta taş olabilir mi" diye sordum! "Muhtemelen, ama emin olmalıyız" dedi. Bir uzman onca yıllık eğitim, bunca yıllık klinik tecrübe, üst üste çekilen röntgenler ve diğer klinik bulgular sonunda bunu rahatlıkla anlayabilmelidir. Taş yahut başka bir şey olduğunu pekala ayırt edebilmelidir. Eski hekimler boyunlarına astıkları, şimdikilerin yemekhaneye bile beraberlerinde götürdükleri basit bir steteskop denilen aletle hemen her hastalığı anlardı! Eski hekimler bir işçi gibi çalışırdı! Kalkardı, dokunurdu, fiziki muayene yapardı, eğilirdi, doğrulurdu, dakikalarca uğraşırdı! Şimdikilerin çoğu masasında kıpırdamıyor bile, hatta hastasının yüzüne dahi zar zor bakıyor. Adeta babasının hayrı için iş yaptığını zanneden bir çok hekimle dolu hastaneler!!

Neyse! "İlaçlı film kesin sonuç verir" dedi! "Hocam bu ilacın bir zararı var mıdır" diye sordum! "Hiçbir zararı yok" şeklinde yanıtladı! "Madem öyle, bu ilacı ilk başta çekseydiniz de beni bu kadar çok radyasyona maruz bırakmasaydınız" demek gelse de dilime, yine aynı el tuttu beni, diyemedim! Şimdi burada diyorum sadece! Herkes bu sektörü ve işlerin nasıl döndüğünü görsün diye! Belki bir şeyler bir nebze olsun düzelir diye! Eleştiri olmayan her yerde bir şeyler mutlaka putlaşıyor! Put denilince sadece eski Mekke devrinde Kabe'ye dikilmiş taştan heykeller mi sanıyoruz yoksa!

Bahsini ettiğim taş olayı kesinleşince rutin tahlil istendi. Buna göre ameliyata karar verilecekti. Lökosit değerim çok düşük çıktı. Yanlış anımsamıyorsam 20-40 arası olması gereken bir değer 2 yahut 3 olarak görünüyordu! Bir sağlık çalışanı olduğum için internetten sonucu erkenden alıp araştırdım! İlerlemiş kanser türlerinde vs görüldüğü, daha ziyade kanserin son aşamasında ortaya çıktığı, vücut savunma sisteminin tamamen çöktüğü anlamına geldiği mealinde bir şeyler yazıyordu!

"Eyvah" dedim! Daha önce de başıma bir şeyler gelmişti ancak ölümü hiç bu kadar yakın hissetmemiştim! "İşte yolun sonu göründü! "Taş mı var yoksa kum mu derken yaşamdan olacağım" dedim! Aklıma yeni doğan kızım geldi. Bir an onu düşündüm! "Daha çok erken, ama ben bu dünyada imtihan oluyordum, daha sınavım bitmedi ki, niye zil erken çaldı" dedim! Çevrenin bana acıyarak bakacak olması, "Vah vah, iyi çocuktu, genç yaşta..." vs denmesi gözümün önüne geldi. Bunu kaldıramazdım! Kimseye bir şey demeden sessizce köyüme gidip orada hakkın vaki olmasını beklemeyi düşündüm! Sorarlarsa "İzin aldım, biraz dinleneceğim derim" dedim! Hayatta en illet olduğum şey birilerinin bana acıyarak yaklaşmasıdır! Bunun psikodinamik izahını az çok yapabiliyorum!

Bir iki tanıdığım uzman doktora götürdüm sonucu! Hepsi de sanki hayatlarında ilk defa lökosit görmüş gibi davrandılar. Bunlardan birisi kendisini Tanrının yer yüzündeki şifalı eli zanneden bir pratisyen hekimdi! Daha önce bir kaç defa grip ilacını yazarken bile Vademecum'a baktığına tanıklık etmiştim! Daha sonra bir aylık kursla aile hekimi oldu! Beni 18 yılda, gördüğüm binlerce vak'aya rağmen, hatta kendi branşımda yöntem geliştirmiş bir psikolog olmama karşın uzman yapamayan sistem onu kısa sürelik bir kursla aile hekimi yaptı! Galiba bizim bakanlık da personelin eli ilaçlı olanını seviyor! Tıpkı global şirketler gibi! Şu stres, bunalım çağında biz psikologların nerede, nasıl bir eğitim aldıkları bilinmeyen kişisel gelişimciler yahut yaşam koçları kadar değerinin olmamasını başka neyle izah edeceğiz ki!

Neyse! Sonucu gösterdiğim, lökositi özellikle işaret ettiğim her doktor ağız birliği etmişçesine şaşırdı, "Allah Allah! Çok ilginç... " dedi! Bu arada hemşire hanım aradı iç hattan! "Hocam sonuçlarınızı aldım, bende, doktor bekliyor, hadi gelin de gösterelim ki yarın ameliyata giresiniz" dedi. Bu beni biraz olsun rahatlattı. "Sonucu aldım, bende" denilince, "Kötü bir şey olsaydı bana ameliyata gerek kalmadı, sen zaten gidicisin" derdi diye düşündüm! Hasta bir beyinde bakın hangi düşünceler gelip geçiyor. Dikkat edin, hasta insan nelerden, nasıl medet umuyor böyle! Modern tıp işte bunların hiç birisini önemsemiyor. Duygu, düşünce sahibi bir insana adeta bir makineye yaklaşır gibi yaklaşıyor. Modern tıp bence bir çok sebeple ama en çok da bu nedenle başarılı olamıyor. Kadavra üzerinde çalışa çalışa insanı da mı cansız, ruhsuz bir et yığını olarak görmeye başlıyorlar acaba?

Evet bence modern tıp başarısız! Sahip olduğu onca teknolojik imkanı göz önüne alırsak bu sonuca varılması gayet tabiidir. Hastaneler arttığı halde hasta sayısı düşmüyorsa, doktor sayısı çoğaldığı halde hastalıklar azalmıyorsa, artık hastaneler iyileştirdikleri kişi sayısıyla değil de baktıkları hasta sayısıyla övünüyorsa bu sonuca varmama kimse şaşırmamalıdır. Bu tespitim için bana kimse kızmamalıdır! (Kızacaklarını çok biliyorum! İki sektörde kızma ve tekfir çok yaygındır. Birincisi din, ikincisi de tıp sektörüdür. Uzunca süre eleştirilemeyen her sektör tekfirci olur)

Teknolojideki baş döndürücü gelişmeyi düşününce modern tıp başarısız! Bunu kabul etmeliyiz! Bunu mesleki taassubu olmayan hemen herkes kabul edecektir! Hemen hemen hiçbir hastalıkta kesin tedavi yok artık! Kronik hastalık kulpu takılmamış çok az hastalık kalmış! Bence kronik hastalık yoktur; iyileştirilemeyen, ama suçu hastalığın sırtına yıkmak için kronik kulpu takılan hastalık vardır. Tıbbın görece başarısındaki büyük rol de zaten teknolojiye aittir! Evet! Tıbbın prestijini yaşatan bir şey varsa o da teknolojidir. Teknoloji bugün aya, Mars'a insan göndermektedir. Tıp ise kolesterol faydalı mı değil mi; onun bile kararın henüz tam olarak verebilmiş değildir. Tereyağının, yumurtanın faydalı olup olmadığı hususunda bile modern tıbbın kafası hala karışıktır. Modern tıp dün doğru dediğini bugün yalanlıyor. Dün günde üç litre su için diyordu, bugün vücudunuz ne kadar istiyorsa o kadar içmelisiniz diyor! Her zaman söylüyorum: Teknoloji ürünü aletlerle tahliller yapılıyor, kimya ürünü ilaçlarla hastalar tedavi ediliyor. Şifayı ise Allah veriyor. Tüm bunların havasını ise tıp atıyor! Maddi ve manevi tüm pastayı tek başına tıp topluyor! Başarısızlıklar hastalıkların ve makus talihin, başarı ise sadece onun hanesine yazılıyor!

Kaldığım yerden devam edeyim! Hemşire hanım çağırmıştı, malum! "Geliyorum" dedim! Giderken başka bir doktora daha uğradım! O da aynı şekilde hayatında ilk defa lökosit görmüş gibi davrandı! "Hayret" dedi! Uzun uzun düşündü vs. Bu arada ben sonuçta bir de lökosit yüzdesi diye bir değerin daha olduğunu fark ettim! Bu değer normal sınırların içindeydi. Yine doktorun işine karıştım ve "Hocam, kusura bakmayın ama, burada bir de lökosit yüzdesi yazıyor, bakın o normal, şayet lökosit bu oranda düşük olsaydı bu yüzdenin de ondan etkilenmesi gerekmez miydi" diye sordum! "Haklısınız İzzet Bey" dedi! Uzman benim akıl yürütmemin haklılığına karar vermişti! Zaten en iyi yaptığımız şeydir, başkasının haklı olup olmadığına karar vermek! Keşke en iyi yaptığımız şey kendi işimiz olsaydı! Madem haklıydım, bu yorumu onun, tek tek uğradığım ilgili diğer hekimlerin yapması gerekmez miydi? Bu oran bu denli düşük olsaydı sen şuan ayakta duramazdın, bu oran bu kadar düşük olsaydı diğer değerler de bundan etkilenirdi gibi akıl yürütmeler sahiden çok zor şeyler midir?

"Ahhh ah" dedim içimden! Yine o gizemli el tuttu beni! O an birden hekime şiddet olayı geldi gözümün önüne! Kısmen hak verir gibi olduysam da kendime yakıştıramadım bunu, anında vazgeçtim! Bir sistem sorunları hakkıyla çözmediğinde, genellikle de geçiştirip koruma refleksiyle hareket ettiğinde insanlar o sorunları kendileri çözmeye kalkar!

Sonra öğrendim ki KİT denilen aparatlarda sorun varmış ve çoğu kişinin sonucu uzun zamandır hep böyle çıkıyormuş! İki soru var burada! Ya bu aparatların bozuk olduğunu ilgili hekimlerin hiç birisi bilmiyordu! Şayet böyle ise bu son derece vahimdi, çünkü buna göre belki en ağır tanılar konuyor, en ağır ilaçlar başlanıyordu! Ancak bunca sonuç böyle çıkarken bu KİT'lerde bir sorun olduğunun bilinmemesi imkansızdı! İkincisi de bildikleri halde söylememeleri, insanı rahatlatmaya dönük bir izahatta bulunmayışları, sanki ilk defa böyle bir tablo görmüş gibi yapmalarıydı! Yani sağlam insanı bile göz göre göre hasta etmeleriydi! Hangisi daha vahim sizce? Bence her ikisi de!

Bir gün çok mütedeyyin, sürekli haktan hukuktan dem vuran bir uzman doktor abiyle sohbet ederken bir hasta geldi. Kafasına takılan bir şeyi danışmak için yoldan geri dönmüş! Doktor bir kaç evrağa baktı, bir şeyler söyledi ve hasta çıktıktan sonra bana dönerek ciddi bir şeyi atladığını ifade etti! Hatta bunun hayati bir mahzurunun da olabileceğini belirtti. Gülümseyerek "İyi ki de geri dönmüş" dedi! Sonra da hiç bir şey olmamış gibi benle olan sohbetine kaldığı yerden devam etti. Bu rahatlık, bu özensizlik, bu vurdumduymazlık, bu rahatlık ta o zaman ilgimi çekmişti!

Neyse! Ameliyat yapıldı! Hilti gibi bir aletle önce taş yakalandı, sonra da bir darbeyle bu taş kırıldı! Lokal anestezi olduğu için ben ekrandan izliyordum! Bu arada bir ses "Hocam girmişken ufalanan taşları da çekseniz" dedi! Doktor "Dökülür kendisi" dedi, sıcak bakmadı! Sonra ne hikmettir bilinmez fikir değiştirdi, bir düğmeye daha bastığını tahmin ediyorum o an, bir anda aynı cihaz bir vakum gibi tüm taş parçalarını içine çekti! Kanalda gözle görülür hiç bir parça kalmadı! Personel söylemese bu bile yapılmayacaktı, irili ufaklı hale gelen taşların idrar yoluyla kendiliğinden dökülmesi beklenecekti. Sonda takıldığını, geride kalan çok küçük toz parçacıklarıyla bile buranın tıkandığını, yani bu işin ne kadar sancılı olduğunu bizzat görünce buradaki basit ihmalin de ne derece ciddi olduğunu fark ettim! Elde müthiş bir teknolojik alet var ve bir düğmesine basmaya dahi tenezzül edilmiyor! Hastanın boş yere çekeceği azap ilgili hekimin umurunda bile olmuyor!

İşte bu ellerden, işte böyle ellerden yardım alıyoruz! İşte biz, işte sağlığımız böyle ellere emanet! Genellemeyin dediğinizi ta buradan işitir gibiyim! Madem öyle, genellemeyeyim o halde! Artık böyle nice el var bu sektörde diyeyim de bari başta sizi olmak üzere birilerini fazla rahatsız etmeyeyim! Hep söylüyorum: Günü gelecek, bu sektör uğrunda ortaya çıktığı hastalıklardan bile çok daha tehlikeli bir hale gelecek! Bu alandaki tekelleşme, bu alandaki hızlı statükolaşma bu yoldaki en büyük risktir.

Bence din din adamlarının, sağlığımız da hekimlerin tekeline bırakılamayacak kadar değerlidir. Bir alanda tekelleşme o olana yapılabilecek en büyük ihanettir. Bu alan şimdilerde alternatif tıbbı da kendi uhdesine katmaya çalışıyor. Böylece onu önce içine alacak, sonra orada öğütüp kuşa çevirecek, onu da alternatif olmaktan çıkaracak! Onun hiçbir alternatife tahammülü yok çünkü! Sarı kantaronun antidepresanla aynı düzeyde etki yaptığını gösteren sayısız araştırma vardır! Buna rağmen hiçbir hekimin ağır yan etkili (ki bunlardan birisi de intihar düşüncesini artırmaktır, tetiklemektir) ilaç yerine sarı kantaron önerdiğini duydunuz mu? Göremeyiz, çünkü bu sektör tedavinin sadece ilaç eliyle olanını seviyor. Ben de onları belki bir çok sebeple ama en çok da bu yüzden artık pek sevmiyorum!

Faturalandırma işine bakan bir arkadaşım bir ildeki karaciğer nakillerinde hiçbir başarı olmadığını, büyük çoğunluğunun hayal kırıklığıyla neticelendiğini ancak buna rağmen yüksek düzeyde başarı varmış gibi yansıtıldığını söylemişti!

Hastanede çalışan bir hemşire arkadaş özellikle servislerdeki ve ameliyatlardaki ölümlerin daha ziyade hastane enfeksiyonlarından kaynaklandığını lakin bunun halka hastalığın komplikasyonu olarak lanse edildiğini, aksi halde kitlelerde hastanelere ve hekimlere karşı bir güvensizlik oluşabileceği kaygısı taşındığını ifade etmişti.

Yine uzun süre cerrahi operasyona katılmış, keşke her personel böyle güler yüzlü, sevgi dolu, sorumluluk sahibi olsa diye düşündüğüm usta bir hemşire arkadaş gördüklerine artık dayanamadığı için çok sevdiği ameliyat işinden ayrılarak başka, daha pasif bir yere geçtiğini aktarmıştı. Çok basit bir dikkatsizlik yüzünden nice vahim yanlışlar yapıldığını, bunun artık neredeyse rutin hale geldiğini anlatmıştı. "Bir gün bir çocuk geldi. Sapasağlamdı, sadece ağlıyordu! (Tam anımsayamıyorum, galiba ciğerleri su toplamıştı) Sağ bölgesinden (ya da sol) su alınacaktı. Sol tarafından (veya sağ, çok hatırlayamadım) alındı ve çocuk oradan eks çıktı" demişti! Aşağı kantine indiğinde ilgili hekimi orada çay içip gülerken gördüğünü, kendisine az önce basit bir ihmalden bir çocuğun öldüğünü, buna rağmen daha yarım saat bile geçmeden nasıl böyle gülebildiğini, nasıl bu kadar keyifli olabildiğini sorduğunu, "Biz böyle yapmazsak bu işi yapamayız" şeklinde bir cevap aldığını nakletmişti. Bu manzarayı o talihsiz hastanın bir yakını görse şiddet ortaya çıkabilir! Biraz hekimlerin de bazı şeylere dikkat etmesi şart!

Profesyonel olmak için kör, sağır, ruhsuz ve duygusuz olmak mı gerekir? Eks oldu deyip geçmek bu kadar kolay mıdır? İnsan olmak, insan kalarak hekimlik yapmak imkansız mıdır? Eks kelimesi ölüm kavramının yaratacağı duyguları yaratmıyor. Soğuk, uzak, manasız bir şey gibi duruyor. Belki de bu kavram hekimleri bu denli hissizleştiriyor. Çünkü kavramlar algı oluşturur. Bir şeye rüşvet dendiğinde farklı bir duygu gelişir, eşantiyon dendiğinde daha başka!

Yıllar önce bir hekim televizyon ekranındaki bir sağlık programında "Aslında zaten iyileşecek olanlar iyileşiyor, ölecek olanlar yine ölüyor. Biz kimseyi tedavi edemiyoruz! İnsanlar her devirde aynı oranda ölmeye devam ediyor" demişti. Çok ilginç gelmişti! Bunu diyen ünlü bir tıp profesörüydü!

Şu bilgi oldukça düşündürücüdür:

"Hasta Güvenliği Derneği Genel Başkanı Dr. Mustafa Bulun, yaptığı açıklamada, her yıl çok sayıda kişinin önlenebilir tıbbi hatalar nedeniyle sağlık problemi yaşadığını, hatta yaşamını yitirdiğini söyledi.

Tıbbi hatalara ilişkin çalışmaların 2000'li yıllardan sonra hız kazandığını, bu konuda tüm dünyada önemli araştırmalar yapıldığını belirten Bulun, hataları önlemeye yönelik yeni düzenlemelerin hazırlandığını ve hasta güvenliğinin artırılmaya çalışıldığını söyledi.

Bulun, ABD'de, Institute of Medicine tarafından yayımlanan bir raporda, “ABD'de her yıl 44-98 bin kişinin önlenebilir tıbbi hatalar sonucu yaşamını yitirdiğinin” ifade edildiğini belirterek, “Bu ölümler göz önüne alındığında, tıbbi hatalara bağlı ölüm oranının, tüm ölümler arasında ilk beşte olduğu belirlenmiştir” dedi.

Her yıl en az 100 bin kişinin tıbbi hatalara bağlı nedenlerden dolayı ölmesinin dikkate alınması gerektiğini anlatan Bulun, “Verilere göre, ABD'de hastaneye yatışların yüzde 3.4'ü istenmeyen bir hatayla sonuçlanıyor. Her yıl 44-98 bin kişi tıbbi hata nedeniyle yaşamını yitiriyor. İngiltere'de yüzde 11, Avustralya'da ise yüzde 16,7 oranında tıbbi hatalara bağlı ölüm görülüyor” bilgisini verdi.

Bulun, “Türkiye'de ise bu konuda bir araştırma sonucu bulunmuyor. Türkiye'de yaklaşık 105 bin hekim var. Her hekim yılda bir defa hata yapsa 105 bin hata eder. Hekim başına bir hata önemli değil gibi gözükse de toplamda ciddi oranlardır” diye konuştu" (Basından)

İnsan hata yapabilir! Ancak hekim hata yapamaz, yapmamalıdır, buna hakkı yoktur! İşin ilginci yukarıdaki yazıda önlenebilir hatalardan bahsediliyor!

Şehir Hastaneleri
Araştırma Hastaneleri
Devlet Hastaneleri
Numune Hastaneleri
Semt Poliklinikleri
Dal Merkezleri
Özel Hastaneler
Özel Muayenehaneler
Sağlık Ocakları
Toplum Sağlığı merkezleri
Aile Hekimlikleri
...

Böylesine devasa bir sektör, böylesine maliyetli dev bir yapı! Yukarıda belirtmiştim, önemine binaen tekrar ilan ediyorum:

Gün gelecek, bu dev yapıyla ve yol açtığı sonuçlarla uğraşmak hastalıklarla uğraşmaktan çok daha zor olacak!

Bu sebeple ben bir yerde hastane açılırken artık sevinemiyorum, tam tersine orası adına üzüyorum!

Ekranlarında yıllarca sahte bal satılmasına göz yumulan, sonra en yetkili merci tarafından bu balların çoğunun sorunlu ve sahte olduğu açıklanan, kimsenin ilgili makamlardan "Neden izin verdiniz, niye yıllarca beklediniz" diyerek bunun hesabını sormadığı, atı alanın Üsküdar'ı çoktan geçtiği bir ülkede yaşamak gerçekten de çok zor!

Böylesine büyük bir teşkilatlanma ve sonucu! Halen bir bronşitin bile, bir gastritin bile kesin tedavi edilemediği onlarca vaka! Hastane sayısıyla orantılı olarak artan hastalıklar, uzman sayısıyla paralel bir biçimde çoğalan hasta sayıları! Altta bir anomali çıkmadığında, sorunun kaynağı olarak stres vs gösterildiğinde, hatta "Kendi kendinin doktoru ol" öğüdü verildiğinde bile (hiç olmazsa bu işin nasıl yapılacağının öğretilmesi, kişilere stresle başa çıkmada destek olunması için dahi) hastasını bir psikoloğa yollamayacak kadar psikolojiden, onun öneminden habersiz, hastayı pasta olarak görüp tek bir dilimini bile başkasıyla paylaşmak istemeyen binlerce hekim!

Bunca yılda bir kanser algısının yıkıcı sonucunu bile öğrenememiş, hala hastasının yüzüne pat diye "Sen kansersin" diyebilecek kadar insan ruhundan, aynı gerçeği farklı deme şekillerinin olduğu bilgisinden habersiz, insan ruhunun öneminden nasipsiz onlarca uzman!

İnsan ruhunu bir doku ve organ gibi gören, haliyle de bu alandaki sorunları sadece ilaçla tedaviye çalışan bir tıp!

Bozukluğu millete açıkça hastalık diyerek çarpıtarak sunan, ilacını değiştirdik dediğinde çoğu zaman aslında sadece ilacın ticari adını değiştirmiş olan, bu tarz onlarca yalanı halktan gizlemeyi başaran, kırılan kolların sürekli yen içinde kaldığı bir tıp!

Düne kadar griple antibiyotiği neredeyse özdeş algılanır hale getiren ama bugün antibiyotik gripte işe yaramıyor diyen bir tıp!

Canan Karatay hoca ortaya çıkıp da kolesterol zararsızdır diyene kadar bu gerçeği gizleyen, şimdi tıpış tıpış aynı çizgide ilerleyen bir tıp!

Birisi A firmasının diş macununu, öteki B firmasının diş macununu tavsiye eden, yani kim para verirse onun borusunu öttüren hekimler!

Antibiyotik kullanımında Avrupa birincisi çıktığımızda bunu sepetteki üç beş çürük yumurta teorisi ile açıklayan, sepetteki birkaç çürük yumurtayla Avrupa'da birinci olunamayacağı gerçeğini bile göremeyen, prestijini korumayı halkın sağlığının önüne geçirmiş bir tıp!

Ben bu tıbba güvenmiyorum!

Ben artık bu tıbba saygı duymuyorum!

Hekim gelirleri düşürülmeli!

Hekim gelirleri yüksek oldukça bu işi sırf parası için yapan nasipsizler çoğalıyor. Hastasını on dakika dinlemeye, hatta yüzüne beş dakika bakmaya bile tahammülü olmayan binlerce kişi bu mesleği seçiyor. Bir hastanede çalışıyorsanız şayet bir çok hekimin ağzından çıkan on cümleden en az beşinin para, puan, ek ödeme gibi temaların etrafında döndüğüne şahit olursunuz!

Bu işi parası, itibarı için değil; sadece insan sevgisi, yaşatma sevgisi olan kişilerin tercih yapması sağlanmalı! Aksi halde süreç sadece hekimlerin değil; kadim hekimlik mesleğinin saygınlığını da yok edecek! Bunun için de yapılması gereken zannımca budur!

Cerrahi branşları hariç, dahili branşlarda hekimler bugün hak ettiklerinden çok daha fazlasını kazanıyor. İşlerinin büyük çoğunluğunu cihazlar yapıyor. Tahlil önlerine kadar geliyor. Çoğu zaman işleri iki üç kelime konuşup bilindik üç beş grup ilacı yazmak şeklinde işleyen bir rutine dönüşmüş! Bu basit döngü onların mesleki doyumlarını da azaltıyor. Mesleki doyum azaldıkça bunu daha çok para ile telafi etme eğilimi gelişiyor. Bu eğilim kuvvetlendiğinde ise alınan ücret ne kadar yüksek olursa olsun yeterli gelmemeye başlıyor. Böyle olduğunda yapılan iş bir yüke, angaryaya dönüşüyor. Bu sonuç performansı bozuyor. Niteliği, ilgiyi, kaliteyi azaltıyor! Bunun bedelini de yine vergisini veren hastalar ödüyor. Hekim sayısı arttığı halde hastaya ayrılan süre artmıyorsa bunu başka neyle izah edebiliriz ki?

Hekimler çok kazanmaya hakları olduğunu söylüyor, bunu da genellikle görece olarak fazla okumakla izah ediyorlar. Bir hekim sohbet esnasında bir pratisyenin kaymakamdan az aldığını söylemişti, bunu yadırgamıştı! Bunu da iki yıl daha fazla okumakla açıklamıştı! Oysa fazla süreli bir eğitim fazla para kazanmanın haklı bir gerekçesi değildir. Fazla para fazla emeğin hakkıdır! Şayet dedikleri gibi olsa dışarıda boş gezen fakülte mezunlarına da sırf fazla okudukları için para ödenmelidir. Böyle kör bir mantık olabilir mi? Bu mantığa göre bir profesörün maaşı da en az 50.000 TL olmalıdır! Bir çok hekimdeki zihniyet işte tam da budur!

Çare hekim gelirlerinin düşürülmesinde, böylece bu mesleği parası için değil de sadece insan sevgisi için tercih edecek ehil, insan sevgisiyle dolu ellerin seçilmesinde! Aklıma başka da bir çözüm yolu gelmiyor!

Bildiğim bir şey var ki o da insana sevgi bittiğinde tıp da bitiyor. Tıp bittiğinde tıbba ve hekime saygı da! Bunlar olmadığında hekim ve hastane sayısındaki artış ancak hasta ve hastalık sayısının artışına eşlik ediyor sadece. Garip bir paradoks oluşuyor!

Subjektif düşünceme göre Allah son dönemde tıptan aldığı şifayı artık sürekli olarak küçümsedikleri "koca karı ilaçlarına" vermeye başladı! Son dönemde bitkilerden fayda gördüğünü söyleyen insan sayısı tıptan fayda gördüğünü söyleyenlerden hiç de az değil! Basit bir nane limon karışımın grip ilaçlarından bile iyi geldiğini bilmeyenimiz yok artık! Tahminimce Allah böylece bu sektöre koca bir ders veriyor! Tabi ki bunu görmek için görmeyi istemek şarttır! Malum, görmek istemeyen hiç bir şeyi göremez!

Tıp kibirlendi, tıp alternatif metotlara hor baktı, tıp kapitalizme hizmet etmeyi seçti! Tıp metalaştı, tıp neredeyse sadece para anlamına gelmeye başladı! Tıp gücünü, prestijini, itibarını hor kullandı! Tıp acıdan rant devşirmeyi seçti! Tıp acı çekene makine muamelesi çekti! Tıp insanlar en aciz, en savunmasız, en muhtaç anlarında karşısında ezildikçe büyüklendi! Allah da ondan aldı şifayı; ota, börtü böceğe falan verdi!

(Not: Yeni jenerasyon hekimlerin bir çoğu daha insancıl, mütevazi ve ilgili! Daha sosyaller! İlgi alanları daha geniş! Hayata sadece hekimlik ve hasta odaklı bakmıyorlar! Onlarla rahatlıkla her konuda sohbet edebiliyorsunuz! Tüm hekimleri tenzih ediyor; işlerini hakkıyla yapanlara en derin saygılarımı sunuyorum! Bu yazıda tüm hekimleri kastetmedim; sadece yaygın bir manzarayı resmetmeye çalıştım)

(Not: Bu yazımın farklı bir versiyonu bir sendikanın anı yarışmasına katıldı, önce mansiyon ödülüne layık görüldüğü söylendi, kitaba alınacağı ifade edildi, son kez izin istendi, sonra bir baktım kitaba da konulmamış! Bu sektörde mahalle baskısı en az din sahasındaki kadar yaygındır)



1134 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Birkaç Fikri Kırıntı - 26/12/2023
Sabahın beşinde
Hatalı Kandil Algısı - 26/01/2023
Kandil Var mı Yok mu?
Son Risale Dersi - 23/01/2023
Buldum Deme, Hep Ara
Şu Zamanda Akla Kurt Düşürmenin Önemi - 22/01/2023
.
Niyet Ettim Kırbaç İçin Namaz Kılmaya - 22/01/2023
Allah Dışı Kaygılara Kulluk Ettirmek
Mutsuz İnsan Projesi - 21/01/2023
.
Ruhlarımızdaki Şeriat Çatışması - 19/01/2023
Şeriat Yok Diye Yanacak Yıyız?
T.C. Teheccüde Kalkmıyor - 16/01/2023
Dini Olan Devlet Tağutlaşır
7 Milyarı Kesip Doğrayacak Mıyız? - 16/01/2023
 Devamı