Yıllar Sonra Alican'ın Kendisini Yetiştiren Annesine Yolladığı Mektup
Sevgili Anneciğim,
İyi olduğunu biliyorum, o yüzden lafı uzatmadan mektubuma geçmek istiyorum. Hem "nasılsın" sözüne kim dürüstçe "kötüyüm" diye cevap verebiliyor ki bu toplumda! Her şey ne kadar da bizi yalancı yapmak için kurgulanmış; her yeri nasıl da laf ola beri gele haleti ruhiyesi sarmış böyle, baksana! Lafı uzattıkça uzatarak sürekli işin özünü kaçıran, böylece detayın zifiri karanlık kuyusunda ruhlarımızı boğmaktan başka bir işe yaramayan şu cahiliye kültüründe buna fazla tahammülüm kalmadı açıkçası!
Hatırlar mısın, orada - burada konuşurken beni kastederek, “Çocuğumuzu şöyle yetiştireceğiz, böyle yetiştireceğiz” derdiniz babamla. Oysa ben bu suni ve zorlama yaklaşımlarınıza sürekli reddedici tepkiler verirdim ama siz bunu hiç anlamazdınız! Size, “Gölge etmeyin, başka ihsan istemem” demek isterdim sanki! İnsan duymak istemediğine bu kadar mı sağır, görmek istemediğine de bu denli mi kör olurmuş anne!
Sanırım iki yaşımda falandım. Sen altımı değiştirirdin, bazen babam ansızın içeri girerdi de ben nasıl utanırdım öyle. Bu duyguyu o yaşta bana siz mi öğretmiştiniz!
Kırıcı bir konuşmaya muhatap olduğumda o ufacık yaşıma rağmen alınırdım, bir süre küserdim hatta. Onur, gurur duygumu sahi bana siz mi aşılamıştınız o yaşta!
Bir keresinde yolda bir kedinin köşede bir kutunun altına sıkıştığını görmüştük hatırlıyor musun! Ne kadar acımıştım ona. Galiba iki buçuk yaşındaydım. Sen geçip gitmek istemiştin ama ben bırakmamıştım seni. Acıma, şefkat, merhamet duygumu iki buçuk yaşındaki bana siz mi kazandırmıştınız, söylesene!
Hayır anne! Ben büyümem ve insan olmam için gerekli olan her donanımla hazır bir halde gelmiştim dünyaya. Siz anne ve babam olarak bunu hiç bir zaman anlamadınız! Okuduğumuz her kitaba göre gelişimimi evirmeye – çevirmeye çalıştınız! Sonra da doğal gelişimimi bozarak karmakarışık bir çorba haline getirdiniz beni. Yetinmediniz, sanki bunları yapan siz değilmişsiniz gibi kalktınız beni suçladınız sonra da! Helali hoş olsun, şikayet için söylemiyorum bunları anne!
Hep, “Öğreteceğiz, kazandıracağız, vereceğiz, eğiteceğiz, vermezsek almaz” diye diye bende olanı da kuruttunuz, farkında mısınız bilmiyorum! O zaman farkında değildiniz çünkü!
Hata yapmayan, kusursuz bir makine gibi işleyen doğama saygı duyup inanmadınız hiç. Bunu sadece siz mi yaptınız! Hayır! “Eğitim, okul, yetiştirmek, eğitmek” diyen büyükler de yaptı bize aynı şeyi. Peki hiç düşündünüz mü anne, ta iki buçuk yaşımızda bile bulunan o insani onur, merhamet, utanma gibi duyguları nasıl oldu da sonradan kaybetti bunca insan! İstisnasız her biri masum birer bebekken içlerinden katiller, hainler, zalimler nasıl çıktı! Üstelik de bu masum alt yapı üzerine alınan onca eğitim yaşantısından sonra!
Siz bizi sürekli eğitmeye çalıştınız, yetinmediniz “eğitim şart” diyerek bir sürü okula da gönderdiniz. Ne oldu anne, nasıl oldu da bu hazır insani vasıflarımızı bile elimizde - avucumuzda tutamadık, hepsini bir bir kaybettik! Sizin “aile ve okul eğitimi” dediğiniz uğraşılar bırakın üzerine koymayı hazırı bile alıp götürdü bizden! Acıyanı vicdansız, utananı namussuz, onurlu olanı yüzüne tükürsen rahmet yağıyor diyen arsız insanlar yığını haline getirmeyi nasıl, hangi eğitimle, ne gibi bir yaklaşım tekniğiyle başardınız anne, söyler misin!
“Ona cıs, buna sus, şuna aaaa ayıp” diye diye beni daha dal budak salmadan budadınız anne! Oysa ben ufacık bir çocuktum sadece! Her şeyi “şu doğru, bu yanlış” diye ne de kolay kategorize ettiniz öyle! Yanlışa anında, “Aaa ne kadar yanlış ama…”, doğruya da uzaktan, “Bak bu doğru tamam mı...” demesi ne kadar kolaydı sizin için! Kendiniz her zaman için her şeyin en doğrusunu yapmadınız ama benden sürekli ve sadece doğruları yapmamı beklediniz!
“Bak yavrum ben doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebiliyorum ne kolay, sen niye doğruyu doğru diye yapamıyorsun” demeye çalıştınız sanki! Buradaki dağ gibi farkı koca bir insan olduğunuz halde göremediniz, hep atladınız! Sizinki kuru kuruya söylemekti sadece, benden istediğiniz ise yapmaktı! Söylemekle yapmak aynı şey olabilir mi! Oysa siz ikisini de bir ve aynı gördünüz hep!
Bende gördüğünüz ve hoşunuza gitmeyen her şeye proplem, sorun dediniz. Sorun dediğinize de menziline kilitlenmiş bir füze gibi çakıldınız kaldınız yıllarca! Oysa yaşamda hoşumuza gitmeyen her şeye sorun denilebilir mi, hiç düşünmediniz! Kış da hoşumuza gitmiyor değil mi anne! Hep şikayet ederdin kıştan, hatırlar mısın! Ama kış olmayınca kuraklık oluyor biliyorsun!
Cevizin kabuğu, gülün dikeni, yolların uzunluğu… Şu hayatta ne kadar çok hoşumuza gitmeyen şey var, saysam bitirebilir miyim sence! Hoşunuza gitmeyen yönlerim için beni ikide bir alıp psikologa götürüyordunuz! Çiftçi kabuğu var diye cevizi tarım il müdürlüğüne götürüyor mu, yolcu yollar çok uzun diye karayollarına gidiyor mu! Dikenine rağmen çiçeklerin şahı gül değil midir, hadi susma da söyle bana!
Bazen ders çalışmazdım, hatırlar mısın. O zaman oturur sürekli konuşurdun benimle. Sürekli cümleler kurardın farklı farklı! Güzel konuştukça, farklı ve şık cümleler kurdukça benim için en doğrusunu yaptığını düşünüyordun belki de, rahatlıyordun! Bunlar senin için güzel olabilirdi anne ama benim için hiç de doğru yaklaşımlar değildi! Hiç duymamış mıydın anne lafla peynir gemisi yürümez lafını! Atalarımızın hangi sözü yanlış çıkmıştı ki bu çıksın!
Konuştukça bıktırdın, bıktırdıkça uzaklaştırdın, uzaklaştırdıkça mahvoluşumu hazırladın anne! Sonra da kolumdan tutup sorun ben mişim gibi okulun rehberliğine götürdün senelerce! O hastanede çalışan psikolog abinin, “Sorunlu çocuk yoktur, sorunlu anne – baba vardır” sözünü daha kapıdan çıkarken unuttun! “Hadi kalk ders çalış” dediğiniz halde çalışmayınca ardı arkası kesilmeyen kuru sözlerle ruhumu ütüleyeceğinize, böylece ruhumu, moralimi, motivasyonumu, yani kısaca o çok önemsediğiniz, iki de bir ağzından düşürmediğin psikolojimi dümdüz bir hale getireceğinize hemen harekete geçip de televizyonun fişini çekiverseydiniz ya bir kaç kere! Önce mecbur kalır yapardım. Sonra da alışır giderdim oysa!
Olmadı mı, ders çalışmadığım günler kesiverseydiniz harçlığımı! Yapmadınız, sürekli beni birileriyle kıyaslamayı, işin içine önceki yıllardaki durumumu katmayı, dönüp dolaşıp “ders çalış, ders çalış” demeyi, bilinen şeyleri sanki ilk defa duyduğum orijinal sözlermiş gibi dile getirmeyi marifet saydınız!
Yeri geldiği halde bana kızmadınız anne! Her dediğimi yaptınız! Kendi kökü derinlerde saklı kalmış eksikliklerinizi bende tamamlamaya, beni kişisel eksiklerinize alet etmeye kalkıştınız! Bunun bahanesi hep psikolojimin bozulması korkunuz oldu! Oysa psikoloji sizin sandığınız gibi eften püften her şeye tepki veren, dakika başı bozulan bir çıtkırıldım yapı değildi anne! Ceza evlerinde yıllardır yatan çocuk mahkumların bile psikolojileri kolay kolay bozulmuyor, öyle değil mi!
Bedava günahını bile vermeyen, kendi yaşamındaki üç - beş deneyimle ulaştığı sonucu mutlak gerçek sanan, şahsi kabul ve görüşünü bilimsel bilgi zanneden, sadece dünyalık temini peşinde koşan bazı yazarların kitaplarında yazan her şeyi gözü kapalı olarak doğru saydınız! Ünlü biri yazmışsa mutlaka doğrudur dediniz! Neye bakarak nelerin hükmünü veriyorsunuz böyle kolayca; sahi siz büyükler ne tuhaf insanlarsınız böyle! Siz de mi bizimle aynı eğitimden geçtiniz yoksa!
Hakkını yemeyeyim anne! Bana kazandırdığın şeyler de çok oldu! İşin garibi yukarıda anlattıklarımı kazandırmaya çalıştığın halde kazandıramamıştın. Halbuki şimdi diyeceklerimi kazandırmak istemediğin halde kazandırdın bana!
Mesela bana hep, “Dürüst ol, asla yalan söyleme” yavrum derdin, bilirsin! Şimdi anlatacağım güne kadar yalan söylediğimde içimde garip bir huzursuzluk duyardım. Bu bebekliğimde bile böyleydi bende! Muhtemelen doğuştan gelen fıtri bir duyguydu! Bahsettiğim garip duygu beni yalan konuşmaktan hep korurdu anne. Bu yüzden biz ufaklıklar için “çocuktan al haberi” derler bilirsin. Çünkü her şeyi açık açık söyleyecek kadar temizdir, ufacık olsa da yüreğimiz.
Yalan söylemenin o kadar da kötü bir şey olmadığını ilk olarak bir telefonda konuşan babama hızlı hızlı, “Evde yok de, evde yok de…” dediğinde öğrendim! İşte bir şeylerin kafama dank ettiği o an büyük bir içsel sıkıntı yükünden kurtardın beni anne! “Annem bile rahatsız olmuyorsa ben neden olayım ki” demeye başladım o günden sonra. Ve bir daha hiç üzülmedim yalan söyleyince!
İnsanları sevmemeyi, onlara güvenmemeyi, onlar hakkında her ağzıma geleni çekinmeden söylemeyi de bir pasta günü evimizde ne güzel konuştuğunuz Kadriye ablayı daha evden çıkar çıkmaz çekiştirmeye başladığında, hemen dedikoduya başladığında fark ettim, biliyor musun! Bana kazandırdığın bu huyum dolayısı ile iş yerimde hiç sıkılmıyorum şimdi, bir fırsatını denk getirdik mi hemen başlıyoruz onu - bunu çekiştirmeye! Bunun için de sana minnettarım!
Dikkat ediyor musun anne: Eğitim uzadıkça cehalet, uzmanlar arttıkça da sorunlar çoğaldı! Eğitim – eğitim dedikçe kendini eğitimli sanan eğitimsizler sardı dört bir yanı! Eskidenki eğitimsizlere rahmet okutuyor bu yenileri! En azından onlar bilmediklerini bilirdi, bunlar onu da bilmiyor anne!
Sen de farkında mısın refah, rahatlık, konfor dedikçe de zorluklar, sıkıntılar, bunalımlar kuşattı ruhlarımızı! İstediklerimiz neden bu denli uzak düştü, üzerine düştüklerimiz nasıl bizden bu kadar hızlı kaçar oldu böyle! İnsanoğlu gittiği halde varamamayı, ulaştığı halde uzak kalmayı neyle ve nasıl başardı! İnsanoğlu hep bir mucizeye şahitlik etmek ister, bilirsin! Aklın almakta zorlandığı bu şeyler esasında mucizenin kendisi değil mi, söylesene!
Artık meşkin bencil kolları arasında soyunmanın adı aşk olmuş diyorlar doğru mu! Aşk - aşk dedikçe aşkı da göçürdük desene bu diyardan! Duyduğuma göre o şimdilerde şarkı ve filmlerin en gözde konusu haline gelmiş. Yakında oradan da kovarlar mı dersin! İnşallah kovmazlar. Yoksa daha gidecek yeri kalmaz! Kovulduğu yere geri de dönemez ki bundan sonra!
Siz büyükler neye dokundunuzsa yaktınız, bitirdiniz, küle çevirdiniz anne! Bir süre hiç bir şeye karışmamayı denesenize biraz da! Doğaya, öze, fıtrata güvensenize azıcık, ölür müsünüz!
Bu yaştan sonra bana yeni bir kardeş getirmeyi düşünür müsünüz, bilemiyorum. Olur da böyle bir şey gerçekleşirse şayet ona bu dediklerim çerçevesinde yaklaşın olur mu! Onun için daha başka ne yapabilirim diye sormayın, ha bire bir şeyler yapma peşinde koşmayın! Ne kadar çok şey yaparsanız kusura bakmayın ama o kadar çok batırıyorsunuz be anne! Biraz da fazla bir şey yapmamayı deneyin kardeşim için, ne çıkar! “Onun için ne kadar az şey yaparsam kendine özgü doğasının alabildiğine serpilmesini sağlarım” diye düşünün!
Yeniden dünyaya gelirse kardeşime otoriter olmaktan, kural koymaktan, yeri gelince kızmaktan çekinmeyin. Hatırlıyorum da zaman zaman arkadaşım İsmail’e kızan babası Hamdi amcaya derin bir hayranlık duyardım. Ne de severdim o adamı, onca asabi mizacına rağmen! Keşke benim babam o olsaydı derdim içimden! Geç de olsa itiraf ediyorum; bana hiç kızmayan babamı pek sevemedim ben anne! Bu yaklaşımı hep, “Sen kızmaya bile değmezsin, hata yapmışsın doğru yapmışsın umurumda bile değil” der gibi gelmiştir bana nedense! Sevdiğin kişinin insana bir hatası için kızması düşününce iltifat değil midir aslında anne!
Hani Malatya’da gittiğimiz psikolog İzzet amca ne demişti, anımsıyor musun: "Koşulsuz sevgi, ilgi, anlayış ve arkadaş gibi bir ebeveyn olmak inşaatın sağındaki; kural, disiplin ve otorite de solundaki kalıp tahtasına benzer. Bunlardan hangisi zayıf olursa inşaat o tarafa çökme yapar.” Benimki çöktü, pek çok özelliğim altında kaldı, öldü. Bari onun ki çökmesin olur mu!
Sakın ola ki Mevlana’nın, “Oltaya et takanlar bunu cömertliklerinden değil, balık avlamak için yaparlar.” sözünü hiç unutmayın emi!
Piyasadaki popüler çocuk ve güncel psikoloji kitaplarıyla, “Çocuğa kızmayın psikolojisi bozulur, şunu yapmayın iz bırakır” diyerek çocuk veya ebeveyn eğitimi değil; korku virüsü yayma propagandası yapan, bir bakıma şeytana yarenlik eden, bu tür yalan - yanlış bilgi ve önerilerle toplumdaki tüm kötülüklerin önünde kalan bir kaç “doğru” bariyerini de yıkmaya çalışanlar olduğu gerçeğini aklınızdan çıkarmayın! Eskiye ait her şey zararlı ve kötü, yeni olan her şey de sırf yeni diye iyi ve doğru demek değildir anne!
Velhasılı beni sen eline geçirdiğin her kitabı okumayı marifet sanarak mahvettin, sakın müstakbel kardeşimi yakma!
Unutma ki anne üç tür bilgi vardır: Gıda olan bilgi, ilaç olan bilgi ve zehir olan bilgi!
Psikolog
İzzet Güllü