ŞİFALI YAZI: SOBADAKİ ATEŞ EVİ YAKMAZ
SOBADAKİ ATEŞ EVİ YAKMAZ. ANCAK YANINDA OTURANI YAKAR Bu yazıyı sabahın köründe, saat tam dörtte yazıyorum. Bu arada sabah erken kalkmak davranışçı terapi kadar etkili bir günü yaşama tekniğidir. Ne alaka demeyin. Bilmem kaç fersah uzaklıktaki gezegenlerin kendi aralarında yer değiştirmesinin bile hayatınız üzerindeki etkisine (astroloji - burçlar - fal) inanıyorsunuz da buna neden inanamıyorsunuz! Anti parantez, bunu da hemen belirtmiş olayım. Evet, neden? Takıntılı biriyim de ondan mı erkenden kalktım; bir cumartesi sabahı? Vurup kafayı öğleye kadar uyusam daha iyi değil miydi? Hayır! Komşusu açken tok yatan bizden; millet yanlış yaklaşımlar neticesinde sorunlardan adeta kırılıyorken kafayı yastığın altına gömüp uyuyabilen de “benden” değildir. (Gidişat çok iyi. Galiba yine en iyi yazılarımdan biri çıkacak ortaya. Bunu büyük ölçüde -sebepler dairesinde- sabaha borçluyum). “Bir önceki yazımı okuyanların kafalarında bazı şeyler havada kalır, böylece fayda yerine zarar görebilirler” endişesi taşıdığım için hemen yazıya sarıldım yine. Çünkü yazılarımda, özellikle de, "Yalancıktan hastalanırsanız sahiden hasta olursunuz" adlı son makalemde belirttiğim, “Yokmuş gibi yaşayın ki yok olsun” merkezli yaklaşımım dolayısı ile kafalarda, “Sorunlarımız olacak ve biz yokmuş gibi yapacağız. Bu olacak şey midir…” şeklinde ters yankı bulması olasılığı söz konusuydu! Ey bu yazıyı okuyan kıymetli insan, Yeryüzündeki yanlışların sayısı toplansa mevcut doğrulara yüz basar… Her şey çok doğru da sadece benim bahsini ettiğim mevzu mu yanlış. Öyleyse her şey çok doğru imiş gibi yapmak, yanlışın var olabileceğini kabul edebilmek neden bu kadar zordur! Yanlış sizlerin göbek bağı değildir ki. Ey insan, Tüm ruhsal sorunlar yoldaki çakıl taşlarına benzer. Kimi ufaktır kimi azıcık büyük. Ama sonuçta hepsi de çakıl taşıdır. Çakıl taşı yolculuğuna engel değildir. Ve çakıl taşı her önüne geldiğinde inip toplamakla bitecek bir şey de değildir. Bu ancak seni bitirir. Nitekim bitiriyor da… Çakıl taşına kaya kütlesi muamelesi çeken sen, çektiren ise sektördür. Bunun sonu yirmili yaşlarda ruhen yorulmak, otuzlu yaşlarda falan da pes etmektir. Çakıl taşı arabana engel olduğu için sen ikide bir inip onları toplamıyorsun. Sana toplamazsan yolda gidemezsin denildiği, sen de buna inandığın için bu taşları tek tek toplamaya kalkışıyorsun. Üzerinden geç, biraz araban sallansın ne olur! Otoban yoldur da stabilize yol hasta yol mudur; o da bir yol biçimidir! Bir süre de o yolda git... Tır şoförlerinin ömrü o yollarda geçiyor; seninki ne ki... Depresyonun var diyelim örneğin. Ne olur, ölür müsün? Psikoloji – psikiyatri yokken ne oluyordu, millet bunalımlardan kırılıyor muydu? Tarihten ibret al biraz! Tarih sadece savaş, kan ve göz yaşı demek değildir çünkü. Biraz onunla yaşasan ne çıkar? Bulunduğunuz yerde - şehirde katil ruhlu nice insanla iç içe yaşamıyor musun? Adam deprem korkusuyla yaşıyor, her gün ölüp ölüp diriliyor mu. Duyarsızlaşıyor! Millet savaşa – cepheye yani ölmeye gidiyor. Önce kliniklere mi uğruyor! Tüm korkularından arınıp da savaşa öyle mi gidiyor! Senin panik atak diye diline doladığın “sahte" korku cephedeki "sahici" ölme korkusundan daha mı tehlikeli ve şiddetli! Ruhunuzdaki bu çıtkırıldımlık neden! Allah bile zorluklara karşı sabret diyor. Zorluklarla savaşın demiyor. Sabretmek çoğumuzun zannettiği üzere oturup boş yere, aptalcasına beklemek demek değildir. Sabretmek, “Düzelecek, zamanı var, o zamanı bekle” demektir. Kırılan ayak bile belli bir zaman sonra kendi kendine kaynamıyor mu! Elinizi bıçak kestiğinde deriyi siz ellerinizle çekerek öyle mi uzatıyorsunuz! Doktora gitmeyince yara iyileşmiyor mu. Tabi ki temiz tutarsan! Yani korursan... Öyleyse sen sadece ruhunu koru! Ruhuna o kadar kolay dokundurma! Hem sorun depresyon falan değildir ki; sorun onu korkarak yaşamandır! Sen korkaksan böcek bile sende aslan etkisi yaratır! Korkarak, kaçarak, savaşarak; yani ateşin üstüne benzin dökerek yaşamadığın hangi sorun sorun olma vasfı kazanabilir! Sorun yaşayıp yaşamamanda değil; nasıl yaşadığın hususunda… Ruhsal sorunların hepsi bardaktaki zehirdir. Alıp içmesen seni zehirlemeyecek. Alıp içiyorsun; sonra da beni şu bardaktaki zehir hasta etti diyorsun. Kusura bakma, yalan söylüyorsun! Çakıl taşlarına dönelim. Yolda bizi bekliyorlar çünkü… Yazıktır, beklemesinler… Onları tek tek toplamaya çalışmakla bitiremezsiniz diyorum. Hadi bir kliniğe vs. gittiniz geldiniz, onca mücadele sonunda var olan sıkıntılarınızdan o an için kurtuldunuz diyelim. Bu mümkündür; bozuk bir saat bile günde iki kere doğruyu gösteriyor çünkü. “Müjde, geçmiş olsun…” diyemeyeceğim size. Kusura bakmayın... Tekrar yaşamayacağınızın garantisi yok ki! Tamam önünüzdeki çakılları topladınız. Ya biraz ilerde bekleyen çakıl taşları… Onlar ne olacak… Kanserdiniz de tedavi ile kanser hücrelerini yok etmiş, böylece artık nüksetme ihtimalini ortadan kaldırmış değilsiniz ki. Öyle olsa tamam diyeceğim. Bu durumda nasıl, “Tedavi aldı, bozuk hücreler yok edildi, böylece kişi -bazı istisnalar dışında- bu sorundan artık kökten kurtuldu” diyelim… Sizinki böyle bir durum değil ki. Hatta siz, “Sıkıntı (bu arada psikozlar hariç tüm ruhsal denilen sorunları sıkıntı kavramı ile ifade ediyorum. Yazımı kolay olsun diye) önemli, bak zor bir mücadele ile kurtardık sizi” zehirli mesajı alarak sonraki olası sorunlarınızın tohumunu ekmiş oldunuz; gördüm dediğiniz yardımla. Yani -kuvvetle muhtemelen- günü kurtardınız! Yarınki daha büyük sorunların tohumunu ekmek pahasına yaptınız bunu. Ya yarın? Yarınınızı başkası mı yaşayacak? O yüzden “yineleyici depresyon” vb. sorunlar türedi zaten. O yüzden daha sık duymaya başladık artık; bu sorunla ömür boyu yaşayacaksın telkinlerini. “Depresyon vs. çok önemli, mutlaka yardımla tedavi edilmeli” yaklaşımı o anki depresyonunuzdan kurtulsanız bile sonraki olası depresyonların tohumu işlevi görür. Çünkü beyniniz bir kere yaşadığı ve güç bela kurtulduğu bu sorunun tekrar nüksedip nüksetmeyeceği meselesi üzerinde -bilinçaltı olarak- korkulu bir bekleyiş içine girer. Bu korkulu bekleyiş daha yaşanmayacak sorunları bile yaşanmak üzere davet eden en hatalı düşünce ve beklenti pozisyonudur. Bu sinek üreten bataklıktır. Siz klasik tedavi yaklaşımlarıyla aslında bu zehirli tohumları ekip geliyorsunuz evinize. Siz bir köpekten onu boğarak -zor bela- kurtulmuş olsanız bu köpeğin ileride tekrardan karşınıza çıkma olasılığını düşünmez misiniz! O zaman tekrar boğup boğamayacağınız konusunda korkulu bir endişe beslemez misiniz! Bu durumda en ufak bir havlama sesi bile işitseniz sizi köpeği bizzat görmüşcesine etkilemez mi. Bu etkilenme yaşantıları toplanıp birikince ruhunuz ne hale gelir, düşünsenize? Beyindeki serotonin düşmüştü desek? Diyelim! Onla bir derdim yok; serotonin benim babamın kan davalısı değil sonuçta. Peki ilerde yine düşerse? Bu meredin ne zaman, nerede, neden dolayı düşeceği belli olmuyor ki; hani şundan deseniz de ona göre bir tedbir alsanız! Siz sürekli savaşarak mı hayatta kalacaksınız! Bu kadar çok savaşı ABD bütçesi bile kaldırmıyor! Sizin gayet zayıf ruhunuz bunu nasıl telafi edecek. Siz bu dünyaya sorunlarınızla boğuşarak tükenmek için mi geldiniz! Unutmayın: Hiçbir savaşın silah tüccarları dışında kazananı olmaz! İki aslan çarpışırsa ikisi de zarar görür. Dövüşte yumruk sayılmaz. Hatırlatıyorum: Siz sürekli sorunlarınızla çarpışıyorsunuz! Sürekli yara alıyorsunuz! Sonra sizi geliyor, Uganda ordusu bile yeniyor! Ruhsal sorunlar sobadaki ateştir; evi yakmaz. Başında beklediğiniz içi elinizi kolunuzu yakıyor. Onun için mutfaktaki yemeğiniz falan da yanıyor. Sonra işin kolayına kaçıyor, suçu sobaya atıyorsunuz. Sizi kendi halinde yanan bu sobanın başında bekleten kim? Sektör… O halde sizi yakan kim? Hala soba mı diyorsunuz? Yağmurda ıslanıyor; sonra da beni yağmur ıslattı diyorsunuz! Tövbe yalan. Sizi siz, bizzat kendiniz ıslattınız oysa. Şemsiye kullanmayarak! VELHASIL Böyle olmaz. Olmuyor da. Uzman, ilaç sayısı artıyor da sorunlarınız azalıyor mu! Yanlış trendeyiz çünkü. Kaptan gaza bastıkça daha fazla uzaklaşıyoruz sağlık yurdundan... Başka yol olmalı. Başka tren… Zaten başka yol var… Tren de... Sadece önceki trenler kadar çok ve ışıltılı değil. Ama doğru yere gidiyor. Allah bir kapıyı, “Daha hayırlısını açmak için” kapar ancak. Siz bu yolu kaparsanız daha hayırlısı açılmak üzere… Kendi öz sorunlarınızı benim sizin sorunlarınızı önemsediğim kadar olsun önemser iseniz bu olacak… Bu hatalı süreç sizden başka herkesin işine geliyor… Ama sizin değil… Unutmayın: Ben özetle size, “Yok sayın” derken mücadele etmeyin, boş verin, yan gelip yatın” demiyorum. Yok sayarak mücadele edin diyorum sadece. Yok saymak da bir mücadele biçimidir çünkü. Sadece saldırı değil, savunma da bir savaş şeklidir. Sadece ofans futbol değildir; defans da maç kazandıran bir oyun şeklidir. Hatta kaçmak, aklanmak da bir mücadele biçimidir. Ama usulüne uygun yapılmak şartı ile. “Yok sayayım” demekle yok sayamazsınız. Faydalı bilgi (zehirli değil), basiretli danışmanlık, kapitalist olmayan bir destek gerekebilir. Bunları alabilirsiniz elbet. Ama bu ne ilaçtır ne de terapi… Bunlardan birisi odundur, öteki ise yelpaze… Biri ateşi üstten yeller, diğeri altına odun atar sürekli... Evet, sadece ateşe su dökmek değildir mücadele. Benzin dökmekten vazgeçmek de mücadeledir. Ben size, "Sorunlarınız sobadaki ateşe benziyor. Yanında oturduğunuz için sizi yakıyor. Su dökmeye çalışmayın. Sadece elinizdeki benzin bidonlarını bırakın, yeter" diyorum. Altına odun, üstüne benzin atılmayan hangi ateş ilelebet yanar ki! Üstelik de bu ateş sobada yanan masum bir ateş ise… SONUÇ İki cümle sadece... Yılan korkunuzdan yılanla savaşarak, onu öldürerek kurtulamazsınız. Bunu ancak kafanızdaki yılan algısını değiştirmekle başarabilirsiniz. Sizi etkileyen gördüğünüz rüya değildir; rüyaya yüklediğiniz anlamdır. Rüya ile savaşmayın; onu doğru anlamlandırmaya bakın! Yapabiliyorsanız bunu kendiniz yapmaya çalışın; yapamıyorsanız bu konuda destek alın! Söylemek istediğim sadece bu! Psikolog İzzet Güllü
|
7555 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |