• https://api.whatsapp.com/send?phone=05521012184
  • https://www.twitter.com/@kifsamer
  • https://www.instagram.com/psikologizzetgullu
  • https://youtube.com/@psikologizzetgullu
BİR DE BÖYLE BAKALIM & DUYGULARA TAPINMAK
DUYGULARA TAPINMAK
14/08/2013

Yok ya hoşlandım...
 
Hiç hoşuma gitmedi...
 
Bu durumdan hiç hoşlanmadım...
 
Üzüldüm demek ki kötüyüm!
 
Canım sıkıldı öyleyse sorunum var!
 
Bunlar hoşuma gitmiyor benim...
 
Hoşuna giden şeyleri yap...
 
Bak hoşuna gitti demek ki güzel...
 
...
 
Bu böyle uzayıp gider. Hislerini ve hoşlarına gidip gitmemeyi yani duygusal durumlarını adeta kıblesi haline getirmiş ve sürekli etrafında tavaf yapan insanlar dünyasında yaşıyoruz!
 
İnsanlar kıblesiz yapamaz. Ya gerçek kıbleye uyar ya da kendi kıblesini kendisi yaratır ona uyar!
 
Yine ya Allah'a tapar ya börtü böceğe yani tabiata. Mutlaka tapar bir şeylere...
 
Duygulara tapınmada, "İstiyorsan yap, duygularının sesini dinle, hissediyorsan ona güven" vs. diyerek duygulara dair aşırı bir farkındalık oluşturan, böylece hislere ve duygulara karşı gereksiz bir hassasiyet doğuran çağdaş psikoloji ve kişisel gelişim ekollerinin rolü çok büyük. Oysa hassasiyet artarsa etkilenme de artar!
 
Allah Kur'anda, "İnsanların çoğu zanna uydular" der. Zanna yani kesin olmayan ama kesinmiş gibi ifade edilen yalan - yanlış şeylere...
 
Düşünün ki gerçeğe değil; zanna uymuşlar. Üstelik de insanların azı değil; çoğu... Hakikaten de öyle. 
 
Bu yüzden insan zannı gerçeklerden bile daha fazla sevdi. Çünkü zan onun hoşuna gitti. Kulağına hoş gelen şeyler fısıldadı. Ona bildiği, çok önceden öngördüğü, dediğinin çıktığı düşüncesi ve hissiyatı verdi. Bunlar en değer verdiği şeylerden olan egosunu okşadı. Bu arada duygular nefsin ve şeytanın en rahat at oynatabildiği sahadır.
 
Halbuki Allah:
 
"...Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki o sizin için hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki o size şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz" buyuruyor. (Bakara - 216) 

Öyleyse bilimsel bir mezvuda dini referans aldığımızdan değil; eleştirel mantığın bir gereği olarak hep birlikte sorgulayalım şimdi:
 
Sıkıntı, üzüntü gibi bir derdiniz olduğunda nereden biliyorsunuz bunun kötü ve hayırsız olduğunu? 
 
Bu işin birinci yönü...
 
İkinci hayati yönü de şu: 
 
Bırakın bu derdinizin kötü olup olmadığını, bunların dert olup olmadığını nereden biliyorsunuz?
 
Kitaplardan - yayınlardan - makalelerden biliyorsunuz, değil mi!
 
Çünkü orada öyle yazıyor!
 
"Şunlar - şunlar varsa bu bir derttir; bu derdin adı da şudur" yazıyor, öyle değil mi!
 
Oysa bir yaşantıya "sorun" demek tamamen felsefi bir etiketlemedir; bu ise bir bakış açısı meselesidir. 
 
Sıkıntıya dert değil de nimet denilseydi zamanında, mevcut sıkıntı - sorun sizi etkilemez; bilakis mutlu ederdi. Çünkü siz bir dert değil nimet yaşadığınızı düşünürdünüz. Nimetten dolayı da en fazla memnun olurdunuz! 
 
Nitekim eski devirlerde böyle olmuş! Dertsizliği dert gören, derdini seven nice ehli kemal sahibi insanlar yaşamış bu yeryüzünde. Onlar bizim gibi sorun yaşayınca değil; yaşamayınca muzdarip olmuşlar. Demek ki mesele "dert var - yok" meselesi değil; o derdi nasıl algıladığımız meselesi.
 
Bu sebeple sorun dediğimiz yaşantıların çözümü onları hastalık yani en azılı dert kabul ederek bir an evvel kurtulmaya çalışmak değildir. Bu dert dediğimiz, sorun gördüğümüz yaşantılara ilişkin bakış açımızı değiştirmektir.
 
Daha çarpıcı bir ifadeyle derdini sevmektir...
 
Çünkü sen derdini seversen dertlerin de seni sever. Seni seven bir dert seni üzmez, etkilemez. Seven insan seni üzer, evet, doğrudur. Ama seven dert üzmez. Dertler insanlardan daha vefalıdır.
 
O halde dertle değil; algınla uğraşsan?
 
Ne var sanki depresyon denilen duygu durumu, panik atak denilen uyduruk hastalıkları vs. gülerek, mütebessim bir çehre ile, tam bir hüsnü kabulle yaşasan?
 
Ne olur yani, ölür müsün?
 
Depresyondan kim ölmüş; kaç panik atak mezarı var dünyada, söyle hadi!
 
"Depresyona girdim eyvah" yerine, "Takıntım nüksetti Allah kahretsin" yerine, "Hayatımın bu döneminde bazı sorunlar yaşıyorum ama yine de yaşıyorum" desen...
 
Gülümsesen, savaşmasan, kaçmasan - kaçınmasan, böylece ateşe benzin dökmesen de bir süre işine gücüne bu şekilde baksan ne olur sanki!
 
Yaşadıkların; son iki yıl içinde iki oğlu ölmüş, biri sakat kalmış, kocası çekip gitmiş, kendisi diyaliz hastası olmuş Seher teyzeninkinden daha mı dayanılmaz!
 
Niye bu kadar çıtkırıldım oldun sen! Seni kim bu hale getirdi!
 
Böyle bir teslimiyetle ve kabulle yaşanmış bir sorun nasıl sorun olabilir!
 
... 
 
Sen bu şekilde yaparak eline şemsiyeyi aldığında gökten yağan yağmurun nasıl etkisi bulunabilir; seni nasıl ıslatarak sırılsıklam edebilir!
 
Şemsiye elindeyse yağmurun az veya çok olmasının ne önemi olabilir!
 
Seni önce şemsiyesiz bırakıyorlar. Sonra da tüm suçu bulutlara (beynine) ve yağmurun şiddetine atıyorlar.
 
Gör artık...
 
Bırak artık bulutlarla savaşmayı! Algınla savaş; savaşacaksan şayet!
 
Bulutlarla savaşanın kazandığı nerede görülmüş. En fazla iklimi bozarsın, eline de bir şey geçmez... Öyle olmuyor mu?
 
Islanmak bulutlara ve yağmura değil; sana bağlı.
 
Ellerine...
 
Bak ellerin elinde!
 
Seni, daha doğrusu sizi rahatsız eden kalp çarpıntısı değil; onu, "Hastalığım nüksetti, hasta oldum" diye algılamanız.
 
Merdiven çıkarken ki kalp çarpıntısı niye sizi rahatsız etmiyor, düşünsenize!
 
Bu algıyı kapitalist statüko inşa ediyor beyninizde!
 
Algı oluşunca inanç gelişiyor, inanç oluşunca da etkilenme artıyor.

Allah'a inandıkça günah korkun artar ya aynen onun gibi!
 
Her şey algı meselesidir.
 
Her sorun algı ve anlamlandırma hatalarımızın acılı meyvesidir.
 
Önce "sorun yaşıyorsun" diyerek dikkatimizi yaşadıklarımızın üzerine çeken, sonra da  "hastasın" diyerek iyice eteklerimizi tutuşturan; bu işleri ticari sömür aracı haline getiren kapitalist statükodur.
 
Hastalık diyecek ki tedavi gündeme gelebilsin. Sağlam adamı nasıl tedavi edecek yoksa... Sağlam olduğunu düşünen onun kapısına gider mi hiç. 
 
Önce, "Sen hastasın" diyecek, sonra da,"İlacı bizde" diyecek...
 
"Hastalık sende, ilacı bende" meselesi... 
 
Yaşadıkların hastalık değil...
 
Allah'ın adı üzerine yemin ederek söylüyorum bunları Tüm vebalini omzuma alarak... Ağzımda çıkanı kulağım işiterek...
 
(Not: Psikozlar yani akıl hastalıkları hariç elbette)
 
Zaten psikiyatri bile açıkça hastalık diyemez kitaplarında; bozukluk der yaşadıklarınıza.
 
Pratikte hastalık muamelesi çeker sadece.
 
İçlerinden bu çarpıklığı gören bile çıkmaz fazla. Görene garip şeyler söylüyormuş gibi bakar en fazla! Onunki de algı sorunu!
 
Hastalık varsa tedavi vardır. Sen hasta değilsin. Sadece bazı sorunların var. Sorun bile değil. Nereden biliyoruz bunların sorun olduğunu? Ağız alışkanlığı olmuş da sorun diyoruz.
 
Hoşumuza gitmeyen bir yaşantıya sorun diyoruz aslında biz.
 
Bize sıkıntı veren şeylere!
 
Oysa Allah, "Sıkıntıda hayır vardır, belki de o rahmettir" diyor bize.
 
Eskiden yağmura rahmet denirdi. Şimdi millet afet gözüyle bakıyor, sonra da nasıl kaçıyor yağarken. Modern insan abartmadan yapamaz. "Kış hayatı felç etti" der hiç bir şey diyemese. Kışı bile stres faktörü haline getirir yani. Ya abartır ya kümser! Bu da algı sorunu! Dedim ya her şey algı sorunu!
 
Sevgilinizle buluşmak için onca yol giderken çektiğiniz çileye niye çile ve sıkıntı var diye sorun yahut hastalık demiyorsunuz da bundan haz ve keyif alıyorsunuz?
 
Sorun algı meselesi...
 
Sorun sizi önce hasta kabul eden, sonra da terapi ve ilaçla sizi bundan kurtarmaya çalışan anlayışta.
 
Sorun sorgulamayanlarda, kapitalist statükonun ürettiği her şeyi putlaştıranlarda. Onların bir kısmına göre kutsal din bile sorgulanmalıdır; ama kendileri değil...
 
Sorun dediğiniz şeylerin üzerinde durmazsanız onlar da sizin üzerinizde durmaz.
 
Allah da diyor ya mealen: "Dert dediğinin dert olduğunu, kötü olduğunu, musibet olduğunu sen nereden biliyorsun" diye!
 
O halde emin olma artık bu kadar. 
 
Sorun deme. 
 
Hele hastalık lafını ağzına bile alma.
 
Başkasının dediklerine değil, Allah'ın sözlerine inan artık! 
 
Tekrar ediyorum!
 
Çünkü sendeki büyü çok şiddetli. Yıllardır büyü yapıyorlar sana.
 
Başkası önce hoşa gitmeyen bir yaşantıya dert - sorun der.
 
Sonra da bunlara hastalık adı takar.
 
Böylece bu meseleleri kapitalist sağlık sektörünün ticari metası haline getirir.
 
Unutma: Sorunları sömürmenin ilk şartı onlara hastalık kulpu takmak, böylece bu sektörün muhatabı haline getirmektir.
 
İnsanlar kendilerini düşünür; Allah ise sizi. 
 
Bu arada işin kolayına kaçarak bu yazdıklarımı ucuzlatmaya kalkışma.
 
O yüzden açıklıyorum:
 
Bunları çok dindar birisi olduğum için yazmıyorum. Bilakis klasik manada dindar birisi falan da değilim.
 
Yoğun tecrübem neticesinde böyle algılar hale geldiğim için yazıyorum. Ateist bile olsaydım bu gerçekleri yine bu şekilde dile getirirdim.
 
Belki adına Allah demezdim; "Tanrı, doğa üstü güç" falan derdim muhtemelen.
 
O zaman tek fark bu olurdu sadece. Ama bu gerçeklerin özü hiç değişmezdi yine.

Psikolog
İzzet Güllü
  
4195 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın